Bu ülkenin en talihsiz canlılarıdır hayvanlar.
Taşla ezilir, gözü çıkarılır, patileri kesilir, kurşunlanır, tecavüz edilir....
Sesi çıkmaz ki, çığlığı duyulsun.
Geçtiğimiz hafta, eve gelirken, yavru bir köpek gördüm sokakta, uyuyordu.
Ertesi sabah, o yavru köpeğin ölüsünü buldum yine aynı sokakta çünkü ; bir araba ezmiş ve kaçmıştı.
Belediyeyi aradım, hayvan gömülsün diye.
Üzücü bunlar elbette.
Eve geliyorum, sokağımın duvarındaki otların içinde bir hışırtı duydum, baktım, bu kaplumbağa.
Kesin, o yavru köpek gibi ezerlerdi bu hayvanı da.
Önce, evin girişine koydum. Toprak hayvanı bu, ot yer, betonun içinde ne işi var, hatta şehrin içinde ne işi var, ormanda dolaşması gerek bu kaplumbağanın?
Su verdim önce, başını çıkardı bana bakıyor.
Güven arıyor belli ki.
Tasma bağlayıp evin bireyi yapmak gibi delice bir niyet taşımadım da değil. 

Bu hayvanın yeri toprak elbette.
Ve tarlaya gitti. Belki bir eş bulacak, çoğalacak.
Hep derim : Eğer varsanız, varlığınızın illa ki, birine bir faydası dokunmalı.
Yoksa; amaçsız, faydasız, öylesine ölüp gidersiniz.
Kaplumbağalarla, böyle çok öyküm var.
Bir hayvana dokundum. 

Mutlu oldu mu bilmem ama en azından, bir arabanın altında kalmasına engel oldum.
E, bu da güzel bir şey, en azından benim için. 

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder