30 Kasım 2021 Salı

 #Bazen, umutların tükendiği bir anda, bir fotoğraf karesi düşer ve insanın içinde bir umut başlar.

Dünden bu yana, bu kareye bakıyorum. Ne güzel bir davranış bu, insanın içini ısıtan.
Malum, İstanbul başta olmak üzere, Bursa ki, her yıl şiddetli Lodos ve baca zehirlenmesinden ölen insanların haberlerini okuruz; çatıların uçtuğu, yeni yapılmış binaların duvarlarının altında ölen insanlar ve Lodos...
Ucuz yaşamlar ülkesi, bizim ülkemiz. Çatı uçar mı, insanların, arabaların üstüne düşer mi, can alır mı?
Okyanus kıyısında mı yaşıyoruz, kasırgaların yıktığı bir ülke miyiz? Hortum mu yaşıyorduk önceden?
Küresel ısınma, iklim değişikliği.... Adını ne koyarsanız koyun, felaketin eşiğindeyiz hava olaylarında.
Ama bu kare, beni çok etkiledi doğrusu.
Biz, spontane bir olay karşısında, anlık çözüm bulan bir İnsan topluluğu olmadığımız için, ya kaderciyizdir ya da boşvermiş.
İstanbul' u bilen bilir. Köprüden geçerken sallanırsınız.
Bir de Lodos'u düşünmek bile ürkütücü.
Yerimizden kalkmayıp, her şeyi İnternetten sipariş veren bir ülkeye dönüştüğümüz için, kuryelere çok iş düşüyor. Kaç kurye öldü yollarda siparişi vaktinde yetiştirmek için.
Kulağa çok saçma geliyor değil mi?
Markete gidebilirsin, lokantadan, pastaneden kendin alabilirsin oysa.
Yürümüş de olursun, hareket iyidir.
Bir hizmet sektörü ama insanı tembelleştiren de bir durumu var elbette.
Lodos'ta, bu gençlerin savrulmaması mümkün mü o motorun üstünde?
İki belediye otobüsü, köprüyü geçene kadar siper olmuşlar kuryelere.
İnsanın içini ısıtan bir görüntü bu.
Tıpkı, Amerika'da, bir markete giren geyiğin,önüne konan fıstıklı çikolatayı görünce, bütün sülalesini markete getirmesi gibi çok insanca, yüzümüzü gülümseten kareler bunlar.
Seviyorum öyle ince fikirli insanları.
Keşke, soyları devam etse.
Ama sanırım umut var hala.
Mustafa Fetullahoğlu, Yasemin Fetullahoğlu ve 15 diğer kişi
1 Yorum
Beğen
Yorum Yap
Paylaş

28 Kasım 2021 Pazar

 Bugün pazar...

En sevdiğim gün. ❤️
'Dışarıya yağmur
Yüreğime hasret,
Fikrime sen..
Nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden
bir bilsen.'
Böyle diyor dizelerinde Cemal Süreya.
Dışarda, yağmurlu, gri bir hava var, pazar gününe hiç yakışmayan ama mevsim kış, olacak elbette kasvet, karanlık, soğuk.
İnsanın içine' Sen ' düşmesi, mevsim ne olursa olsun bahardır ama düşen de, düşüren de önemli elbette.
Dün, ekranda duydum şu sözü :' Sen gittin, muzdarip oldum ulan. '
Aşk' ın, hangi halidir ulanlı sözcüklere düşmüş duygular bilmiyorum ama dün kardeşlerimle kahvaltıdayız ve Aşk'ı, evliliği, yıpranmayı, ilişkilerdeki iletişimsizliği konuştuk.
Gerçekten de, evlilik aşkı öldürüyor muydu?
Kadın ve erkek, ilişkiyi ne kadar diri tutmak için çabalıyordu?
Bir döngünün içinde, birbirine çarpa çarpa mı sürüyordu hayat?
Peki, neden sürüyordu?
Ortak fikrimiz netti ama ben kardeşimden şunu öğrendim, hiç de aklıma gelmemişti doğrusu.
Erkeğin yıpranma payı!
Nasıl ki, kadın doğuruyor, evi çekip çeviriyor, çoğu ekonomik bir katkısı olmadan erkekten bu işin sorumluluğunu bekliyor; toplumun erkeğe yüklediği babalık, eve bakma, para kazanma, da çok ağır bir yük erkeğe.
Dengeler yeterince oturmayınca, orda mutluluk, huzur, sağlıklı bir iletişim olabilir mi?
Kadın yıpranıyor, erkek yıpranıyor ve evlilik çıkmaz sokağa doğru yokuş aşağıya freni patlamış kamyon gibi inişe geçiyor.
Oysa, insanlar evlenirken ne umutlar, ne heyecanlarla evleniyor değil mi?
Yine bir yerde okumuştum:Mantık evliliği diye bir şey yoktur.
Mantıklı bir insan, zaten evlenmez!
Evlilik, mantıklı bir şey mi, yapana göre değişir elbette.
Ama benim çiftlerde gördüğüm, sevgiyi diri tutma becerisinden yoksun olmaları ve bir türlü bitişe gittiklerini görememeleri.
İnceldiği yerden kopmalı oysa.
Daha sonrası, daha büyük bir çıkmaza sürüklenmek,henüz bilmiyorlar,öğrendiklerinde de geç kalmış olacaklar.
Zorla bir evlilik yürümez.
Saygının olmadığı bir evlilik yürümez.
Dışarıda yağmur, grili bir hava hüküm sürüyor.
Sokakta, birkaç orta yaşlı erkek var.
İnsan, pazar sabahı, hem de bu saatte sokakta ne arar?
Herkes, bir yerden, evinden, eşinden kaçıyor görünen o.
Ben, ince tırnak, sıcacık ekmeğimin ucunu tırtıklayarak eve yürürken sohbete dalmışlardı bile.
Bir pazar sabahı, insan eşiyle, şöyle keyifli bir kahvaltı yapmaz mıydı?
Müzik eşliğinde.
Üstüne de, mis gibi bol köpüklü sabah kahvesi....
Ama şiir yazması gereken insanlar sokakta.
Hayret!
Neyse....
Herkes, kendinden sorumlu şu hayatta.
'Seni Seviyorum Ulan' da bir gerçek,
'Dışarıda yağmur yağıyor, içime sen' de bir gerçek.
Artık, hangisi size uyarsa. ❤️

27 Kasım 2021 Cumartesi

 #'Her doğan çocuk Müslüman olarak doğar; anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ya da Mecusi yapar.

Mecusi nedir, bilmeyenler için: Zerdüştçü dinine inanan, ateşe tapanlara mensup kişilere deniyor.
Ayrıntısını da siz okuyun lütfen.
Her çocuğun Müslüman doğduğu gibi ,bu engin bilgiyi kim söylemiş olabilir?
Tabii ki, kendisini Şeyhülislam sanan ,çok konuşup boş konuşan , diyanetin başı, Ali Erbaş.
Öncelikle, böyle bir hadis olmadığını belirteyim.
Hadis' in doğrusu şu:
'Her doğan çocuk, fıtrat üzere doğar.'
Her şeyi, kitabına uydurmak için ellerinden geleni arkalarına bırakmıyorlar. Uydurma rivayetlerle toplumu kandırıyorlar.
Peki, açılımı nedir ?
Her insan, yaratılış olarak tertemiz, lekesiz, imanla doğar. Yani; insan, ilk anda tertemiz bir kağıt gibidir. Sonrasında ailesi, çevresi onu değiştirir.
Kirlenme dediğimiz şey de, bundan sonra başlar.
Yani; Hadis der ki: ırkı, soyu, cinsiyeti ne olursa olsun, her insan Allah inancıyla doğar.
Peki, her çocuk Müslüman mı doğar?
Tabii ki hayır!
Her çocuk, dünyaya farklı kıtalarda, farklı ülkelerde, farklı şehirlerde bebek olarak doğar.
Bebek, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Zerdüşt, Ateist, Deist , Budist, Alevi, Sünni vs. olarak doğmaz.
Bebeğin ,yalnızca cinsiyeti nettir. İnanç dediğimiz şeyi siz yüklersiniz.
Bebek işte, tertemiz ve inançsız doğar,
Doğduğu coğrafyada, teni, saçı, gözü bellidir, inancı değil.
İnanç, o ülkenin ,ailenin, çevrenin ve toplumun etkisiyle belirlenir.
Böyle dogmatik şeylerle insanın hayatını belirleyip, sonra da etiket yapıştıramazsınız.
Zaten, doğru da söylemiyor, konuyu saptırıyor, sanki her bebek Müslüman doğmalı gibi bir algı oluşturuyorsunuz.
Oysa; 18 yaşına gelene kadar, hiçbir dini empoze etmeyeceksiniz ve bütün dinleri çocuklara öğreteceksiniz.
Çocuk, hangisini seçerse , ona yönelmelidir.
Belki, Deist olacak!
Belki, Müslüman olacak!
Belki de, hiçbir dini benimsemeyecek!
Buna, siz karar veremezsiniz.
Çocukların, insanların kafalarını bunlarla karıştırıp dolduracağınıza, dürüstlükten, ahlaktan, erdemden söz edin.
Bu ülkede, el kadar bebeklere tecavüz ediliyor, kadınlar öldürülüyor.
Bunca yaşanan olayda, diyanetin hutbelerinde, hocaların vaazlarında hiç suç yok mu?
- Bir kerden bir şey olmaz diyerek Ensar Vakfı'ndaki tecavüzleri meşru kılan o kadın bakan örneğin.
-6 Yaşında kız çocuğuyla evlenilir diyen o ahlaksız adam!
-Annenin diz kapağından tahrik olmak normal diyen siz!
-Diyanetin, ensest ilişkiyi meşru kılan o rezil açıklamaları!
-Baldız, Hala, Teyze ile evlenmeyi ve zina başlığında birlikteliğe onay veren Diyanet!
Diyanet, toplumu böyle abukluklarla oyalarken, düşünmesin, sorgulamasın diye takla atarken,
Elin adamı ,uzaya araç gönderiyor, keşif yapıyor, tarıma elverişli mi diye araştırma yapıyor .
Onlar Ay'a ,biz Yaya!
Daha da düzelmeyiz bunlar yüzünden.

26 Kasım 2021 Cuma

 Sabah, gözyaşlarımı tutamadım bu videoyu izlerken.

'İnsanlık ölmemiş, hala vicdanlı birileri var çok şükür' dedim kendime.
Ülkemizde, böyle güzel yürekli insanlar da var ;
Gelinine ve gelininden olan torunu sandığımız ama kendi çocuğu olan, 3 yaşındaki Müslüme'ye tecavüz eden, dede diye bildiğimiz alçak, rezil, insan müsveddesi de var.
Bir yanımız umutla, rengarenk çiçekler açarken, bir yanımız yaprak döküyor.
Bu güzel yürekli genci, gösterdiği insanlık için kalbinden, gözlerinden öpüyorum.
İyi ki, böyle gençlerimiz var.
İyi ki! ❤️
Eray Efe on Twitter
TWİTTER.COM
Eray Efe on Twitter
“İçim gitti. Abi sen güzel adamsın. https://t.co/7H3XhSVNV2”

 'Yansın dünya, yıkılsın evren' diyorum uzun süredir.

Her yeni güne, iyi umutlarla başlıyorum ama bu durum, haberleri okuyana kadar sürüyor, sonrası siyahlı grili bir hava.
Eskiden de, ensest ilişki vardı mutlaka kitaplara konu olan.
Sosyal medya mı bu kadar öğrenmemizi sağlayan, yoksa; ahlaksızlık, artık önü alınmaz bir hale mi geldi, inanın bilmiyorum?
10 Kasım'da, Mersin- Gülnar ' da kaybolan, 3 yaşındaki Müslüme Yağal haberlerini okudunuz mutlaka. Konar-Göçer bir ailenin çocuğuydu bu çocuk.
Hiç şaşırmadığımız üzere, tecavüze uğrayıp öldürülmüş olarak bulundu.
Bir çocuk kaybolduğunda, aklıma eskiden ya bir yere saklandı uyuya kaldı ya da oyuna daldı gelirdi ama artık, mutlak tecavüze uğradı ve öldürüldü geliyor.
Hiç de aksi çıkmıyor.
Böyle haberlerde, yapanı uzakta aramayacaksınız. Ya babadır, ya dede , ya abi ya da amca, amca-dayıoğludur.
Bir de, yan komşudur.
Müslüme, kaybolduğunda önce aileyi gözaltına almışlar ama dede tutuklanmış.
İnsan, inanmak istemiyor elbette, canının canına kıymayı.
Ama durum vahimin de ötesi.
Dede, aslında Müslüme'nin babasıymış meğer.
DNA testinde çıkmış.
Düşünebiliyor musunuz, oğlunun eşi, gelinine tecavüz ediyor, torunu sanılan çocuğu oluyor, yetmiyor, hem gelinine hem de torununa....
Çocuk, tecavüzde yırtılmaya bağlı kanamadan ölmüş.
3 yaşında bir bebek yahu!
Bu nasıl bir gözüdönmüşlük, nasıl bir ahlaksızlık böyle!
Gerçekten yansın artık bu dünya.
Yeminle, midem bulanıyor bu haberleri okurken. Ne görmek ne duymak ne de tanık olmak istiyorum bunlara.
Bu lanetleri cezaevine koymayacaksınız, götüreceksiniz dağın başına, yaban hayatının içine, bir ağaca bağlayacaksınız ve orda bekleyecek ölümü.
Unutacaksınız, onu orda bıraktığınızı.
Hukuk zaten işlemiyor , rehabilite olmaz bu saatten sonra.
Dediğim gibi;
Götüreceksiniz
Unutacaksınız!
Bir 2 kişi ve yazı görseli olabilir


 Dünyanın en güzel duygusu, insanı seven, düşünen insanların varlığı.

❤️
Öğretmen değilim elbette ama çevremdeki herkese bir şekilde dokunmaya, bir şeyler öğretmeye çalışıyorum.
'Birlikte, mutlu olmanın yollarını arama-bulma da' demeliyim yaptığım iş için. 🙂
Kardeşime , çok teşekkür ediyorum, beni bu kadar onore ettiği ve başka çocuklara dokunduğu için. 🙏❤️💜💙💚💛🧡
Çok zor günlerden geçiyoruz elbette ve her birimizden daha şanslı, daha şanssız insanlar da var bu dünyada.
Az- çok demeden, küçücük de olsa, böyle yerlere bağış yapın lütfen. Hasta çocukların, Anasız - Babasız çocukların yardıma, bize gereksinmesi var.
Belki, bir el de siz olursunuz diye yazıyorum.
Yerini bulur umarım.
Yüreğinde sevgi taşıyan herkes,
Sevgimdedir. ❤️
Bir bir veya daha fazla kişi ve şunu diyen bir yazı 'Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun Sayın Berrin Fetullahoğlu, Öğretmenler Gününüzü kutlamak çin Yasemin Fetullahoğlu tarafından yapılan bağış minnetle kabul edilmiştir. 1863te yana "eğitimde fırsat eşitliği" misyonu doğrultusunda babası ve/veya annesi hayatta olmayan, maddi olanakları yetersiz, yetenekli çocuklarımızın yaşamını değiştiren Darüşşafaka'c bugün 1000'e yakın öğrenci tam burslu, yatılı, nitelikli eğitimle geleceğe hazırlanıyor. Adınıza yapılan bu bağışla siz de onların nitelikli eğitimle yarınlara hazırlanmasına vesile oldunuz. Cemiyetimiz öğrencilerimiz adına teşekkür eder, Oğretmenler Gününüzü kutlarız. Darişsafaka 1863 CEMİYET' görseli olabilir

 Ülkemizde, 209 üniversite var.

Adı üniversite ama çoğu tabela üniversitesi elbette.
Yerleşkesi, kampüsü olmayan, apartman katlarında üniversite mi olur?
Burdan mezun olan gençler, ne kadar iyi eğitim alarak hayata başlıyor sizce?
Elbette, basit bir matematik problemini çözemeyen matematik öğretmenleri, okuduğunu anlamayan , de - da'yı ayıramayan imla kurallarını bilmeyen Türkçe Öğretmenleri mezun oldu da ne oldu, ne kattı memlekete?
Bu gençlere, böyle niteliksiz eğitim vererek üniversite diploması adı altında boş kağıt vererek, hayallerini çalmaya hakkınız var mı?
Bugün, 24 Kasım Öğretmenler Günü.
Atanmayan kaç öğretmen var ve her yıl kaç öğretmen bu sayıya ekleniyor?
Madem, atama yapmayacaksınız, neden öğretmenleri yetiştirmek için üniversite - bölüm açıyorsunuz?
Birkaç örnek vereyim mi, üniversite bitirmiş gençlere?
Bu yazacağım örnekler birkaç yıl içinde yaşadığım örnekler.
Pazartesi pazarındayım, bir genç öyle kısık bir sesle 'Kivi Kivi' diyor ki, pazarcı olmadığı alnında yazıyor.
Yaklaştım ve sordum ' Siz, ilk kez mi pazara geliyorsunuz, hiç pazarcıya benzemiyorsunuz?'
Bilgisayar bölümünü bitirmiş, iş bulamamış, pazarda kivi satmaya gelmiş ilk kez.
Bir tezgahta domates satan bir genç gördüm. Çok düzgün konuşuyor, üstü başı da pazarcıya benzemiyor.
'Sizi görmemiştim' diyorum, Tarih Öğretmeniymiş, atanmamış, babasına yardım etmek için pazara gelmiş domates satıyordu.
Küçük bir tezgah, bir genç maydanoz satıyor.. Belli, çok acemi.
4 yıllık üniversite bitirmiş, iş yok, maydanoz satıyor.
Sokaktan eskici geçiyordu.
Evden, bir şeyler vereyim dedim, hiç eskiciye benzemiyor.
Neden, pazarcıya, eskiciye benzemiyor diyorum çünkü ; Pazarcılar, ya şalvar giyer ya da kaç gün giyildiği belli olmayan üst başı vardır. Kat kat giyinirler, geneli eskidir ve biraz da kirlidir.
Sabahtan akşama, tezgah başı beklemek elbette kirletir insanı.
Eskicilerde de, aynı şey geçerlidir. Üstü başı, dağınıktır,kirlidir.
Çöpleri karıştırıyorlar naylon toplamak için, kolay mı temiz kalmak?
İşte, bu eskici de farklıydı.
Sordum elbette, 4 yıllık Turizm Otelcilik mezunuymuş.
Evli,bir de çocuğu var. İşten çıkarılmış, kayınbabasının evine sığınmış, iş bulamamış, eskicilik yapıyordu, başka çaresi olmadığı için.
'Çocuk var, nasıl bakayım' diyordu giderken.
Yazık değil mi bu gençlere?
RT Erdoğan, 'Her üniversite mezununa iş bulmak zorunda değiliz' diyordu ya!
Zorundasınız!
Ya, o üniversiteleri kapatacaksınız, ya mezunları istihdam edeceksiniz ya da eğitimi sil baştan programlayarak, ülkenin gereksinme duyduğu nitelikli elemanları yetiştireceksiniz.
Herkes, 4 yıllık fakülte bitirmek zorunda değil.
Ara elemana da gereksinme var.
Meslek Liseleri ve 2 yıllık Meslek Yüksekokullarını çoğaltacaksınız.
Bu ülkeye, iyi bir tesisatçı, elektrikçi, tamirci, temizlik elemanı, tornacı vs. de lazım.
İşini iyi yapacak kadar iyi eğitim almış ara eleman.
Başarıya ulaşmanın yolu burdan geçer.
Tabela Üniversitesi kurarak, bu işi başaramazsınız.
Yazık oluyor gençlerimize.
Çok yazık!