27 Ağustos 2014 Çarşamba

#Anneler yaşsızmış,bunu annemi kaybettiğimde anladım.
Sanırdım ki,herkes ölür ama benim annem asla ölmez.Hep başımızda olacak,hep bize anne bilgeliği yapacak,ona kızsak da,o bize hep gülümseyerek,''Benim yaşıma geldiğinizde siz de anlayacaksınız''bakışları atacak.
Hep böyle sanırdım ama yanılmışım.
Anneler de ölürmüş meğer.
İnsan,çocukken düştüğünde dudaklarından yalnızca ''Anne''çıkıyor.Biliyoruzki,annemizin kolları yara bandımız,sesi ilacımız.Bize sarılırken ''Öperim şimdi geçer''diyerek acımızı hafifleten de yalnızca annedir.
Biraz büyüdüğümüzde,sanki çok onunla yaşamışız gibi başkaları girer hayatımıza ve annemiz bizi beklerken,biz başka düşlerin peşinde koşarız.
Ama o hep bekler bizi de,hiç isyan da etmez niyeyse.
Anneler sabır taşıdır,şefkattir,ilaçtır,omuzlarımızdaki meleğimizdir her zaman.
Bunları neden yazıyorum biliyor musunuz?
Annemi son gördüğümde,gözlerindeki eksik duyguların hüznü vardı.Çok acı çekti yıllarca.Çocuklarını kaybetti,onların özlemiyle yandı içi ama bize hiç yansıtmadı.
Belki de annelik denen şeydi bunun adı.
Ne çok öğreneceğim şey vardı ondan.
Şimdi,bende eksik kaldım.
O vakur duruşu,o nezaketi,o bilgeliği....
Anne gidince,insanın yüreğinde kocaman bir boşluk oluşuyormuş meğer.
Özlem......
Ama en çok da gittiği için duyduğum kızgınlık var içimde
Vakit tamam diye bir şeye inanmıyorum.Mutlu geçirilen yıllardır insanın ömrünü uzatan.
Annemi mutlu etmeye gücümüz yetmedi biliyorum.Ne yaptıysak içindeki hüznü atamadık.

Çiçeklerini çok severdi.Öyle yetenekliydi ki,taşı ekse içinden çiçek çıkardı.
Sevgiyle bakardı,elleriyle tek tek okşardı hepsini.
Annemin bahçesi de çok ünlüydü.Küpelileri,karanfilleri,gülleri.....
Babamla birlikte hepimize bir ağaç dikmişlerdi bahçeye.''Bu Yaseminin ,bu Nevinin,bu Vedatın,bu ...... diye sıralardı.

Aylardır hep hastanede geçti zamanımız.Bahçesine inemedi,çiçeklerini koklayamadı.
Onu toprağa verirken,bütün çiçeklerden birer dal kopardım;çıtlık,reyhan,karanfil,ortanca ve bütün ağaçlardan birer portakal dalı ve elbette uçlarında portakallarıyla.
O toprağın altında bizden birer parçayla olsun istedim.Çiçeklerini koklasın,''çocuklarım yine yanımda'' desin diye.
Çok güzel bir kadındı annem.İçinin güzelliği hep yüzüne yansırdı.Onu,o beyazların içinde gördüğümde.......
Çok acı bir duygu inanın yaşanan.
Annelerinizi ihmal etmeyin.
Öyle küçük şeylerden mutlu oluyorlar ki.....
Yeter ki,onu düşündüğünüzü,onu sevdiğinizi hissettirin.
Gözlerindeki bakışın ışıltısını göreceksiniz zaten.

Çok severdi ilahileri ve hep kızardı eskisi gibi okumuyor hocalar diye.
Ama biz bu akşam annemize mevlid okutacağız ve en sevdiği ilahileri söyleteceğiz.
Bizi duyacak biliyorum.

Anacığım,nur içinde uyu.Evlat olarak eksik yönlerimiz vardı mutlaka ama bizi yine hoşgöreceğini ve sessizce gülümseyeceğini biliyorum.
Anneler hep affedicidir değil mi?

26 Ağustos 2014 Salı

Bir torunun gözünden anane.......

#Öykü Yaşar

Bugün günlerden ''anane''

Evet, ''anneanne'' değil, ''anane''. Her eve gelişimde ünlediğim, dayılarımın çoğu zaman sesimin yüksekliğinden bir şey mi oldu diye korkup koşa koşa evlerinden indiği şekilde bir ''anane'' ünlemesi bu. Dayım ''eşek sıpası'' dese de ''Kızıma laf söylemeyin'' diyen bir anane. Her gün saat 10.00 olduğunda kahvesini içen, ben olmadığımda yapılan kahvelerin tatsız tutsuz olduğunu, benim kahvemin her zaman daha lezzetli olduğunu söyleyen bir anane. Anneme kızdığında ''Annesinden akıllı kızım'' diye beni seven bir anane benim ananem.
Günlerdir gelen herkesin söylediği gibi ''Osmanlı kadını'' benim ananem; kırmayan, incitmeyen, sevmediğim bir misafir geldiğinde ters ters baktığımda ''Kızım ne olursa olsun misafir, en iyisini yapmalıyız'' diyen, ayakları yere sağlam basan, eşini ve evlatlarını toprağa vermesine rağmen ayakta duran, türlü türlü hikayeler anlatan, güldü mü yüzü aydınlanan, yıllar geçse de herkesin güzelliğinden söz ettiği, biraz da çiçek meraklısı hani.
Yazacak söylenecek çok benim ananem için. Ama tanımayanlar için benim tabirimle ''En birinci anane'' benimkisi, herkesin ananesinden farklı. Benim ananem ''Kızım'' derdi çünkü bana, en küçük çocuğum derdi, ''Tekne kazıntısı''.
Biliyorum çok yorulmuştu, bıkmıştı hastanelerden ilaçlardan doktorlardan ama sanki biraz daha kalsaydı ya en küçük kızıyla? Kim savunacak şimdi beni Berrin hanımla tartıştığımda? Kim diyecek annemle teyzem beni paylaşamadığında ''Sizin kızınız değil, benim kızım o'' diye? Saçlarıma turuncu diyenlere kızdığımda ''Bal rengi benim kızımın saçları'' diyip saçlarımı okşamayacak mı ya da? Olmaz öyle Rukiye hanım, kızıyorum sana gittiğin, tekne kazıntını bıraktığın için. Daha çok hikaye vardı bana anlatacağın, öğreteceğin çok şey vardı. Daha bir sürü Türk kahvesi içecektik sadesinden. Nasıl içeceğim ben şimdi kahveleri her sabah? Olmaz böyle. Olmaz. Küstüm desem bilirsin küsemem de sana. Umarım gülümsüyorsundur şuan bana, belki de biraz kızıyorsundur ama merak etme benim ananem, annem Rukiye hatun, kolay değil öyle beni yıkmak. Gittin diye sızlanmayacağım, aksine senden bunca yıl öğrendiklerimle, gördüklerimle sana layık bir torun/kız olduğumu göstereceğim. Senin kadar asla olamam ama elimden geleni yapacağım, yüzünü kara çıkarmayacağım. Gözün üzerimde hep, biliyorum.
Nerede olursan ol bal saçlı kızın seni çok seviyor, sevmeye de devam edecek var olduğu müddetçe.

NOT : Sevmediğimi ve kullanmayacağımı bile bile bana yaptığın çeyiz sandıklarını hayrına veririm demiştim ya, kimseye vermeyeceğim haberin olsun. Beni bırakmak kolay değil Rukiye hanım, gidiyorum demekle olmuyor. Benim de gözüm senin üstünde bilesin.

24 Ağustos 2014 Pazar

#Ataol Behramoğlu der ki şiirinde:
''Bana bir sigara verin,Annem öldü.''

Anneme.........
Dışarda gün ağarıyor.Bir kaç saat sonra,o güzel insanı toprağa vereceğiz.
İnsanın annesini kaybetmesi,canından bir parçanın daha kopmasına bir şey yapamaması ne acı.
Ev,dolup,boşalıyor.Herkes ''Ne kadar güzel bir kadındı.Ne kadar kibar,ne kadar hatırşinas,ne kadar....''diye beni ve kardeşlerimi doğuran o güzel kadını anlatıyor.
Daha birkaç gün önce elini tuttuğumda sıcacıktı.
''Anne''dediğim o insanı,morgda buz gibi elleriyle buluyorum.Öpüyorum,dokunuyorum ama bana ses vermiyor .
Tek dayanağımızı da kaybettik artık.
Oldu mu şimdi Rukiye Sultan?
Bu kadar kolay mıydı bizi terk etmek?
Biz de anne-baba olduk ama büyüdük mü de,bizi bıraktın?Belki sana daha çok gereksinmemiz vardı?
Babam gitti,kardeşlerim gitti,şimdi sırası mıydı gitmenin?
Diğer çocuklarını da özledin biliyorum.Yoksa,sürekli bağırır mıydın ''Nevin,Vedat,Rifat''diye.


Artık''Nerde kaldı kahve''demeyecek misin yani?''Yine mi şekersiz kahve?Bari bir çikolata verin de''demeyeceksin. Birlikte çok sevdiğin Volkan Konak şarkılarını da dinlemeyeceğiz.
''Annesinden akıllı kızım ''diye,Öykü'yü de sevmeyeceksin.
Kızım,kollarını açarak''Anneanneciğim''diye de koşup,sarılmayacak sana.Her zamanki oturduğun koltuğun da boş mu kaldı şimdi?
Niye Anne?
Ya biz, geride kalanlar ne olacak?Kızımın bir derdi olduğunda kime soracağım,hayatla mücadele ederken kime danışacağım şimdi?
Dilimizde ''Keşkeler'' geride yaşanmamış, eksik yıllarla kalacağız.

Anacığım,bende ve kızımda emeğin çok büyük.Bunu asla ödeyemem.
Gidişin içimizi acıtıyor.Canımızı çok yaktın Anne.
Az sonra seni ellerimizle toprağa koyacağız.
Biraz daha kalsaydın olmaz mıydı?
Neydi acelen?

23 Ağustos 2014 Cumartesi

#ALS Hastalığına Dikkat Çekmek İçin Ice Bucket Challenge'a ülkemizden de birçok ünlü isim katıldı.
Kafandan aşağıya buzlu su dökmek marifet değil ki.Ne kadar bağış yaptılar ona bakacaksınız.
Bakın,ALS bir sinir sistemi hastalığı.Bu hastalık için para gerekiyor.Ünlüler de,bu kampanyaya destek oluyorlar güya.
Konu şu:birilerine meydan okuyor ve başınızdan aşağı,bir kova dolusu buzlu suyu döküyorsunuz.Meydan okumanızı görmeyen kişi de 100 dolar bağışlıyor
Havalar sıcak zaten çok etkilemez buzlu su insanı.
Peki,ekranlarda gördüğümüz bunca ünlünün katılımıyla ne kadar para toplanmış dersiniz?
Yalnızca 96 BİN LİRA.
Aynı şey Amerika'da yapılmış ve sonuç:15.6 MİLYON DOLAR.
Aradaki fark,bizim ünlülerin şov amacıyla kafalarından buzlu suyu döktüklerini gösteriyor.
Nerde bu bağış kısmı?
Havalar sıcak,ha denize girmişsiniz ha kafanızdan buzlu su dökmüşsünüz ne fark eder?
Siz,sonucu söyleyin.


  1. #Hani,bu çağda bu kafa neyin nesi deriz ya! İşte böyle bir haber.
    Ama yakında''Yanlış anlaşıldık,yok öyle bir şey''diye açıklama yapacaktır hastane yetkilileri.
    Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Kadın Doğum Polikliniği’ne erkeklerin girişi yasak!
    Bir an duraklıyorsunuz bu haberi okuyunca.Hastane yetkililerinin başına güneş falan mı geçti acaba?
    Adana sıcağı bile insanları yoldan çıkarmıyor,bunlara ne oluyorsa?
    Kadın Doğum,gebe kalanın,kalmak isteyenin,kadınsal sorunlar yaşayanların gideceği adres elbette.
    Doğuma hazırlanan bir kadının yanında eşinin olmasından doğal ne olabilir?
    Bazı kadınlar şikayet etmiş de ondan bu karar alınmış.Kadın doğum,bir erkek hastanın gideceği yer olmadığına göre,eşinin yanında bulunması gerekli değil mi?
    Erkek,muayene odasına mı girmiş,hayır.Adam,bekleme odasında eşini bekliyor.Bu niye kadınları rahatsız etsin ki?Erkeğin bulunduğu ortamda mı doğuruyorlar ya da muayene oluyorlar,hayır elbette.
    O halde?
    Şikayet eden kadınlar,yalnız mı gidiyorlar yani muayeneye?
    O zaman,durum daha da vahim olmalı.Bir kadını hastalığıyla baş başa bırakan erkek erkek midir?
    Hep merak etmişimdir,bu şikayet eden ''Bir dost''kimdir diye?
    Bir kişi sızlandıysa,genele mal etmek özümüze sinmiş olmalı.Çok rahatsız oluyorsa özel muayenehaneye gitsin o şikayetçi kadınlar.
    Ama sizdeki niyet başkaysa elbette yasaklara bir bahaneniz olacaktır değil mi,sayın hastane yetkilileri?
    Hastane demişken.....
    Son 3 aydır hastanelerden çıkamıyoruz.Özelinden tutun da,devlet ve araştırma hastanelerinin al birini,vur ötekine durumu yaşıyoruz.
    Özel 7 Mart Hastanesi örneğin.
    Bu hastaneye giren herkes enfeksiyon kapıyor ve soluğu devlet hastanesinde alıyor.Kim denetliyor,kim araştırıyor belli değil.Annem de enfeksiyon kaptı.
    Doktorlara milyar maaş verirken hastane hijyeni yerlerde sürünüyor.Eksik eleman,her hastaya diyabetik olsun,olmasın aynı yemeği vermek nedir?Şeker hastasına da,refakatçısına da aynı yemeği,üstelik de iki öğünde veriyorlar.Özen yok,diyetisyen yok.
    Böyle hastane mi olur?Üstelik de ,kalp hastasına oksiyen odası öneren de,yanlış tanı koyan da bu hastanenin doktorları.
    Gelelim devlet hastanelerine:Osmaniye Devlet Hastanesinin içi çok sıcaktı dün.Nedenini sorduğumda,bazı bölümlerin mesaisi bittiğinden soğutucular kapatılıyormuş.Siz,hiç hastane ortamının ısı ayarı diye bir şey duydunuz mu?Her yer aynı ısıda olmak zorunda değil mi hastanelerde?
    Belli sıcaklıkta üreyecek mikroplar,klimalardan yayılan bakteriler nasıl engellenecek bu durumda?
    Ortalık pislikten geçilmiyor.Çok da gürültülü bir hastane ama doktor kadrosu iyi.Her taraf tuvalet kokuyor üstelik.Nasıl hastane bu bilmiyorum.
    Bu da,orayı kurtarır mı bilmem?
    Gördüğüm en hijyen hastane Yüreğir Başkent,sonrasında Balcalı inanın.Doktorları da çok ilgili.
    K.Devlet hastanesi.Eğer annemin başına,o cerrahın yaptığı yanlış tedaviden bir şey gelirse,yeminle onu doktor olduğuna pişman edeceğim.Tek böbrekli ve kalp hastası bir kadına pratisyen hekimin bile verilmeyeceğini bildiği ilacı nasıl verir?
    Annem,şu anda yoğun bakımda.O doktor dua etsin,annem ayağa kalksın.Yoksa görüşeceğiz hangi tıp fakültesinden almış o diplomayı.
    Sağlık Bakanlığının bu hastanelere derhal el atması gerekir.Hem,öğretmenler yeterlilik sınavına giriyorken,bu doktorlar TUS dışında neden yeterlilik sınavına girmiyor?Her tıp fakültesinden iyi doktor çıkıyor mu?
    Atatürk''Beni Türk hekimlerine emanet edin''demişti.
    Sanırım şimdi yaşasaydı,bu hekimlerin çoğuna asla güvenmezdi.
#DİYARBAKIR’ın Lice ilçesi Yolaçtı köyünde PKK mezarlığına dikilen Mahsum Korkmaz heykeli dikildi,indirildi.
Peki,bir heykeli dikmek ve indirmek nasıl bir süreçten geçer?
Dahası bir heykel nasıl yapılır?Üstelik bu bir anıt heykel ise aşamaları nedir?
Bir anıt heykel en az 2.5 -3 mt'den başlar.Ölçüleri tümüyle talep ve arza göre şekillenir.
Sipariş verilen bir heykel için,öncelikle bir konstrüksiyon hazırlanır.Yani,demir,çelik veya boyutuna göre ahşap.
Çamurun suyunun emilme özelliği nedeniyle,genelde tercih demir konstrüksiyondur.
Oldukça büyük bir atölye ortamında hazırlık yapılır.,Anıt heykel,öyle evinizde,elinize alacağınız çamurla oluşturulan hobi heykellere benzemez..
Çok uzun bir süreç ister.İç konstrüksiyon hazırlandıktan sonra metrelerce yükseklikte kurulan iskelelerle bu alan doldurulur.
Çok zordur bu süreç.
En son aşamada ise,heykeltraş,bütün rötuşları yapar ve heykele son şeklini verir.
Çamurdan yapılan bu çalışmanın sıra alçı kalıbını almaya gelmiştir.Önce dış alçı kalıp alınır.Kalıp,parçalara ayrılır,sarılır ve içi döküme hazırlanır.İç alçı da dökülür ve heykelin ana formunu almak için beklenir.
İşte burda çekiç,spatula devreye girer.Heykeltraşlığın en keyifli anı dış kalıbı söküp,ana formu çıkardığınız andır.
Heykeliniz artık bronz döküme hazırdır.
Neden bronz?
Çünkü,dış mekan heykelinin doğa koşullarının yarattığı tahribata dayanması için bronz,beton,demir gibi dayanıklı malzemelerden yapılmak zorundadır.
Bronz heykel,özel yerlerde döküme alınır.
Heykelin bütün aşamaları bitti ve sıra geldi alana yerleştirilmesine.
Kaide hazırlanır.Kaide,heykelle uyumlu ve beklenen etkiyi yaratmak için özel tasarlanır.
Kaide genelde mermerden yapılır.
En son aşaması da,kaide yerleştirilir,heykel de vinçler yardımıyla üstüne oturtulur.
Tabi,bu işlemler 3-5 kişiyle değil,bir ekiple yapılır.

Şimdi konumuza gelelim:Bir anıt heykelin yapım aşaması bu kadar uzunken ve kimse görmeden,duymadan o mezarlığa dikilemezken,bu heykeli kim yaptı,nerde döküldü ve nasıl oraya dikildi?
Heykeli dikmek bile günlerce süren bir çalışmadır.
Bir teröriste ait heykelin yapıldığını,kaidesinin hazırlandığını,üstüne de gözlerinin önünde dikildiğini MİT duymadı,hükümet duymadı,vatandaşlar görmediyse,....
Bu heykel oraya uçarak mı geldi?
Mehmet Aksoy'un Kars'da yaptığı insanlık anıtını ''UCUBE''diye yıktıran RT Erdoğan,buna göz yummuştur.MİT de uyur pozisyonu almıştır.
İşte gerçek budur.
Bir ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı bir katilin heykelini duymuyorsa ne işe yarıyordur acaba?

Heykelin kaldırılmasına tepki gösteren HDP şunu söylüyorsa:'Çözüm ve barışın iyi sonuçlanması için karşılıklı anlayış ve değerlere saygı gerekir.''KCK ise ''AKP,ateşle oynuyor''diyerek aba altından sopa gösteriyorsa,başbakan ve AKP hükümetinin ne ödünler verdiğiniz varın siz hesaplayın artık.

Şu cüretkârlığa bakar mısınız?Bir katilin heykeli dikiliyor.
Ne günlere kaldık?

20 Ağustos 2014 Çarşamba

#Hastane macerası bitmeyince,hadi bugün de gözlemler..... 
Yüreğir Başkent Hastanesi'ne yolu düşen var mı bilmem ama hasta yoğunluğunun böylesi hiç normal değil inanın.
7'den 70'e herkes mi hasta olur?
Özellikle 60 yaş üzeri Koroner'de anjiyo yaptırmakla meşgul.Eğer,genetiksel bir faktör de yoksa,bunca kalp hastasının açıklaması stres ve beslenme bozukluğu olmalı.
Çağın belası stresten kurtulmak olanaksız ama hiç değilse,birlikte yaşayarak ve minimize ederek yaşanamaz mı hayat?
Herkes,patlamaya hazır bir bomba inanın.İleri git deseniz savaş çıkacak.
Bu kadar bunalmış durumdayız anlayacağınız.
İkinci grup ise kadınlarımız.....
Nazım'ın şiirindeki gibi öküzden sonra gelen değil,ciddi ciddi bir vak'a durumda sağlıkları.
Tarla,takım sürseler belki de bu kadar şişman olmayacaklar. 
Spor yok,gelsin pastalı günler derseniz,sonucu bu oluyor-muş.
Akdeniz kadını armut bedenlidir.Yani,üstü dar,alta doğru genişler.
Ama bu kadınlar bir alamet olmuş inanın.Kalçaları inanılmaz büyük ve gerçekten çok şişmanlar.
İçlerinde fit olanı da var ama küçücük bir kesim.Emsal gösterilmez yani. 
Ve özellikle kız çocukları.Obezite,bu ülkenin en büyük belası olacak.Ergen kızların yüksek dilimi obez.Karın bölgeleri çok yağlı ve bel ayrıntısı yok çocuklarda.
Yarının kalp hastalarına adaylar anlayacağınız.
Minicik bebeklerin bile kolunda damar açıcıları görüyorsanız.....
Nesiller gittikçe çürük oluyor demektir.Eskinin insanları 100 yaşına kadar yaşarmış ama şimdi 60'ı bulursanız şükredin.
Kalp,kolesterol,en tehlikelisi ŞEKER.....
Atalar,''Can boğazdan gelir''derler ama eskinin halis tereyağını,sütünü,yoğurdunu,BALINI  yerseniz boğazdan gelir.
Burayı anlayan anlar diyelim. 
Hormon basılmış,GDO'lu gıdalarla yaşamak,sizdeki canı götürür.
Beni tanıyanlar diyecek ki;''İyi de,herkese veriştiriyorsun ama sende durum ne?'' 
Valla,tipik bir Türk kadını diyelim olsun,bitsin.
Kolesterol,şeker gibi lüzumsuzluklarım hiç yok ama o ameliyatım yok mu,o ameliyat?
Beni süründürüyor artık.Balcalı-Başkent bahçesine bir çadır kuracağım.Git,gel zahmet oluyor çok. 
Ama şunu belirteyim;En son bin yıl önce sanırım bir doktor muayenesi geçirmiştim.Çünkü,polikliniğe adım attığınız anda doktor elinizde bir dizi tahlil tutuşturuyor,çoğu da gereksiz.Elinizi veriyorsunuz,değil kolunuzu bedeni kaptırdınız gitti. 
Ama,ilk kez bir doktor muayene etti.Hatta steteskopuyla dinledi,düşünebiliyor musunuz?
Tıp Fakültelerinden hala doktor çıkıyor mu ne? 
Neyse,bugünden çıkardığım ders:Sakın hasta olma.Bütün doktorlar işsiz kalsın. 
Dip not:Sevgili Haticeciğim,geçirdiğim işlemler beni benden aldığı için iki gündür sürünüyorum inan ama iyi olacak her şey biliyorum. 
1 aya kadar rahatım ama sonrası allah kerim. 
Teşekkürler ilgine.

19 Ağustos 2014 Salı

#Yurdum insanına akıl,sır erdirmek inanın mümkün değil.Aymazlığımız,kafamıza göre takılmamız hiç bitmeyecek belli ki.
Hani,Ataol der ki şiirinde:''Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.''
İşte,biz bir türlü öğrenemeyen kısımdanız.
Bugün,şehirler arası bir yolculuğa çıktım.Şoförden başladık,gün bitene kadar da macera devam etti. 
Mazot zamlanınca,araçlar da dolu yola çıkmak istiyor elbette ama yaz,sıcak,insanlar tatilde olunca haliyle yolcu kapasitesi de düşük oluyor.
Şoför,yola çıktık söyleniyor,otogara girdik hala söyleniyordu.
Dışımdan asla söyleyemem ama içimden geçenler:''Be adam,sen belirlenen saatte zaten çıkmak zorundasın.Hiç yolcun olmasa da,tümden zararla gitsen daha mı iyiydi yani?
Bardağın dolu tarafını görsene.En azından daha az zararla günü kapattın.'' 
Bir de kadınlara vırvırcı derler.Onlara bu şoförü göndereceğim.Adamdaki çene kimsede yoktu inanın. 
Neyse,trafiğin hızla aktığı şehirler arası yolda,sizi ne görseniz şaşırtırdı?
İnek,hayvanlar,at arabasına zaten aşinayız.
Sıkı durun lütfen:Bir tır şoförü,sol kolunu ve sol ayağını yan pencereden çıkarmış gidiyordu.
Bir an,''Nasıl yani?'' dedim dışımdan. 
Adam,bildiğiniz bedeninin yarısını dışarı sallandırmış ve umursamadan yoldaydı.Bu kadarı ancak bizde yaşanır inanın. 
Tırlarda otomatik vites var mı?Hadi gazı,freni anlarım.Bu adam vitesi neyiyle değiştirecek?
E.Şenlikoğlu'nun eminim buna da bir fantezisi vardır. 
Neyse,Başkent Hastanesine düştüm.Doktorum 1.5 saat rötarla gelince bana da dışarıyı seyretmek düştü elbette.
Bakınız,bu ülkede her yıl yüzlerce işçi ölür ama hiç ders alınmaza bir örnek:Karşıda 10 katlı bir inşaat.İskelede 2 işçi.Başlarında ne baret var ne de çelik bağlı halat.
Bir düşseler tepeden,gazetelerin 3. sayfasına haber olurlar.İskele sallandıkça bana fenalıklar geldi.
Şeytan dedi ki:Git bu inşaatı yapıp da köşeyi dönecek müteahhite ve elinin tersiyle patlat bir tane. 
İnsan canı,bu kadar mı ucuz olur bir ülkede?
Neyse ki doktorum şahane biri de gün doğal akışında bitti. 

Bir de,şu şoförler araçlarda arabesk dinlemese daha da mutlu olacağım ama..... 

17 Ağustos 2014 Pazar

#Bir çarşaflı kadın var.Kendini gazeteci sanıyor.İsmi:Emine Şenlikoğlu.
Bu kadın,bir ara ekranlarda çokça boy gösterirdi.Çaptan düşmüş olmalı ki,gündem yaratacak bir söz söylemiş yine:
''Dondurma yemek fuhuştur.'' 
Dünya kurulalı beri,dondurma külahta yenir.Limonlusu,çikolatalısı,vanilyalısı.
Maraş dondurmasının üstüne dondurma tanımasam da,her türlüsü yapılıyor artık.
Çubukta olanı da,kağıt helva içinde yeneni de,kuplarda yeneni de var,
Yani;dondurmanın binbir türlü hali var.
Bu kadın,dondurma yemeye niye bu kadar taktı acaba? 
Emine hanım,evli ve iki çocuklu,61 yaşında bir kadın.
Şimdi,burda bir şey yazacağım ama ayıp olacak,hadi yazmayayım. 
Bu saatten sonra..... Tövbe tövbe.
İnsanı dinden,imandan çıkarıyor kadın. 

Şimdi,efendim:Bu kadın dondurma yemenin neresini şuh buldu acaba?
Siz,dondurma yerken ne yapıyorsunuz?
Külaha koyduruyor ve şahane bir nimeti yalayarak yiyorsunuz.Affedersiniz de,dondurma başka türlü nasıl yenir külahta?
Yalama kısmına takılmış belli ki.
Canım,sen de küçücük ısır dondurmayı.
Bundan da bir fuhuş açıklaması çıkarır bu kadın.
İyi de,fuhuşa girmemek için bu dondurma nasıl yenir kardeşim? 
Sokağa çıkıyorum.Herkes dondurmayı yalayarak yiyor.
Toplum,hepten toplu fuhuş yapıyor desenize. 

Bir insanın fikri neyse,zikri de o demişler ama neyse..... 
#17 Ağustos üzerine....
Öncelikle ölenlere rahmet,kalanlara bu acıyla yaşamanın sabrını diliyorum.
Adana-İstanbul arası yaklaşık 1000 km.Uzaklıklar olayı hafifletmiyor inanın. O anlarda neler yaşandığını ancak yaşayan bilir elbette.
17 Ağustos'da,Osmaniye-Zorkun yaylasındaydım.1000 km'ye + 100 km daha ekleyin.Dağın zirvesi ve rakım 1850 mt.
Saat,3'e 5 vardı.Yıldızları uzansanız tutabileceğiniz bir gecede,nedense gecenin karanlığı daha koyuydu o akşam.Ortalıkta yıldız yoktu,derin bir sessizlik hakimdi.Oysa,yayla geceleri sabaha kadar dinamiktir Zorkun'da.
Birden köpekler,kediler ve tavuklar çıldırmış gibi ses çıkarmaya başladı.Öyle tuhaf bir tepki veriyorlardı ki,herkes ayağa kalktı.
Yaylada,yaban domuzu,tilki ve sansar çoktur.Bahçelere mi girdiler diye herkes koştu ama ortada hiç birinden eser yoktu.
Hayvanların anormal bağırtısı ve elektrikler de bir süre sonra kesildi.Habersiz kaldık yani ülkeden.Sabah olduğunda,pilli radyosu olan insanların dilinde ''İstanbul'da deprem olmuş.Her yer yıkılmış''lafı vardı.
Kimsenin olayları bildiği yok ama geceki hayvanların tepkisini şimdi anlaşmıştık.Hayvan deyip geçtiğimiz canlılar,depremi yüzlerce km öteden hissetmişlerdi.İnanın,o anki tepkilerini sözcüklere dökemiyorum.O kadar tuhaftı.
Neyse,evime döndüm ve televizyonu açtığımda Düzce,Yalova,İstanbul,Adapazarı.......
Bu nasıl bir görüntüydü?
Duvarları yıkılmış evlerin boş kornişlerinden uçuşan perdeler,denize gömülmüş apartmanlar,''Orda kimse var mı?''çığlığıyla bir can kurtarmanın derdindeki çaresiz insanlar.....
İstanbul'daki bütün dostlarımı arıyorum,nafile.Telefonlar çalışmıyor.Nasıl anlardı ancak yaşayan bilir.Biz ki uzaktaydık.Ya depremi yaşayanlar.....
Binlerce can,yıkıntılar arasında gitti.Çocuklar ailesiz,anne-babalar evlatsız kaldı o depremde.
Peki,suçluları nerdeydi?
O günden bugüne toplanan deprem paraları ne oldu?
Yeni yatırım,sağlam binalar,denetimli bir mekanizma devreye girdi mi sanıyorsunuz?
Yoksa,''Deprem bu,doğal afet.Takdiri ilahi''deyip geçecek miyiz?
Veli Göçer,günah keçisi oldu.Peki ama,onca çöken binayı yalnızca V.Göçer mi yapmıştı?
17 Ağustos,devlet eliyle işlenen bir cinayettir.
O binaların inşaatı denetlendi mi,ruhsat verirken dikkat edildi mi?Üniversiteler daha namuslu,işini iyi yapan,hırsız olmayan mühendisler,mimarlar yetiştirdi mi sonrasında?
Elbette HAYIR.
Böyle gelmiş,böyle gider diye kaderciyiz hala.
DASK dediğiniz şeyi kaç kişi yaptı örneğin?
Oturduğum binadan emin değilim.Çimentodan mı çalındı,demirden mi bilemem ki.Herkes mimar,mühendis olmayacağına göre.....
Kolondan anlamam,kirişten anlamam
Birilerinden iş ahlakını beklemekten başka çaremiz var mı?
Ali Ağaoğlu ekranlara çıktı ve''Ben de deniz kumu kullandım.Sıvaların içinden deniz kabukları çıkar yıkıldığında''diyorsa,bu adamları sorgulamak gerekmez mi?
Aynı A.Ağaoğlu,Maslak 1453 diye proje yapıp,İstanbul'u Manhhattan'a çevirmeye kalktığında, neden çürük binaları yıkıp,yenilerini yapıp,o insanların depremden ölmesine engel olmaz?
Asla yapmaz.Çünkü,işin rantına aykırı bu.
Ellerin gavurunda 9 şiddetinde deprem olur,insanlar ya tsunamiden ya da kalp krizinden ölür;bizde ise 4.5 şiddetinde evler çöker,yüzlercesi ölür.
Algımız bu kadar çalışıyor.
Hükümet kanadında ne yapıldı 1999 depreminden bu yana dersek:
Deprem paralarını götürdüler,çürük binaların yenilerine izin verdiler,yarında helvasını yerler ölen insanların.
Ne yapsınlar yani;Takdiri ilahi bu.
Allahtan gelen felakete çözüm mü bulacaklarını sanıyorsunuz yoksa?

Sağlam bir binada oturduğumu düşünmüyorum.
Ya deprem olursa?

16 Ağustos 2014 Cumartesi

#Ressam Bob der ki:
''Şimdi,şuraya bir deniz çizsem......''
Ne denizi?Mevsim dönmeye yüz tutmuş.Bu saatten sonra eksik kalsın. 
Peki,şunu der mi acaba?''
Şuraya konforlu bir yatak çizelim.Kuş tüyü yastıklar da ekleyelim.(Adamdaki zevke bakın.) 
Şuraya da,kutup soğuklarını verecek bir klima çizelim.Şuraya da,ışığı yatak odasının içine kadar giren, elektrik direğinin altına da bir dinamit çizelim.
Bir de,deliksiz bir uyku çizdik mi,tamamdır. 

Yarına çıkan canlar sağolsun. 

15 Ağustos 2014 Cuma

#Sadece insan olmak yetmiyor..
Bunun aşkı var
Sevdası var
Kavgası var..
diyor,İsmail Şimşek

Bir diğeri de;
''Biraz peynir , biraz şarap , birazda yağmur var .. Gel istersen .''diye sesleniyor.
.

Dünyaya geldiğinizde yolculuk başlıyor elbette.Büyüdükçe,dertler de büyüyor içinizde.
Gün oluyor sevdalara düşüyorsunuz,gün oluyor bir dilim ekmeğin kavgasına.....
Hayat diyorlar buna.
Sevdaya düştüğünüzde,içki kadehlerinde ıslanıyorsunuz.
Derinliklidir sevda.Öyle,küsmeleri,çocukça işleri kaldırmaz.
Düştünüz mü,tam düşeceksiniz.
Dışardaki yağmur,içinizdeki sevda ateşiyle birleştiğinde,vuracaksınız şişenin dibine.
İşte bu anlarda ''Biraz peynir , biraz şarap , birazda yağmur var .. Gel istersen .''diyeceksiniz.
Gelir mi bilinmez ama ......
Gelmezse de takmayın,yaşanacak nice sevdalar vardır belkide.
Demek ki,yeterince gelecek sevdaya düşmemişsiniz hala.
Kim bilir? 


Bekleyin. :)
#CHP Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın ayakkabı polemiği tartışılıyor.
Peki,nedir bu ayakkabı olayı?
Öncelikle,CHP,yine bir seçim yenilgisi almış durumda ve kurultaya gidiyor.Parti,ulusalcılarla,yenilikçiler arasında kaldı.
Bu yenilikçileri zaten hiç anlamadım.Neyin yenisi?Eskisini çok hazmettiniz de, yenisini aramak mı kaldı,memleket elden giderken?
Atatürk'ün kurduğu partiye sahip olamayanlar,beş kez seçim yenilgisi olmuş ve hala kürsüye çıkıp,konuşabiliyor.
Bence gidin artık.Yeni beyinlere,dinamik ve genç bakışlara gerek var o partide.Dinozor neslini sürmenin de alemi yok.
Başaramıyorsanız,onurunuzla gideceksiniz.

Neyse.....
CHP'nin en çalışkan vekillerdindendir Aylin Nazlıaka.
Meclis kürsüsüne de, yine kadın cinayetlerini anlatmak ve çözüm bulmak için çıkmış ve konuyu anlatıyor.Günde,en az 3-5 kadın öldürülüyorken,bu konu es geçilecek bir konu mudur?
AKP'nin beceriksizlikte sınır tanımayan vekilleri sataşınca,A.Nazlıaka da:''Şeytan diyor ki,ayakkabıyı çıkart ve at.Bir ayakkabıya bakıyorum,bir de size ve değmez diyorum.''
12 yıllık AKP iktidarında kadına yönelik şiddet % 1400 artmış ise,bu AKP'li vekillerin konuya çözüm bulması ve ortak proje önerisi mi gelmesi gerekir yoksa:
Sıkı durun,bunları AKP'nin kadın-erkek vekilleri söylüyor:
-AKP'li Bülent Taran:'' Güvenliğimiz yok,Ayakkabısını çıkarmasın.
-AKP'li kadın vekil Gökçen Özdoğan Erinç:''Botokstan gözlerin görünmüyor .
AKP'li Mehmet Metiner:''Ayakkabın gibi ucuzsun.''
Şu pahalı vekillerin sözlerine bakar mısınız?
Her allahın günü,kadınlar vahşice katledilirken sesi çıkmayanlar,vekilin ayakkabısını tehdit unsuru sayıyor.
Bir diğeri,üstelik de kadın olacak.Bel altı vurarak, estetiğini konu ederek,ucuzluğun en bariz şeklini gösteriyor.
Diğeri ise,ayakkabısının etiketini görmüş olmalı ki,vekili ayakkabısının fiyatıyla özdeşleştiriyor.
Bu mu,sizin kadına yaklaşımınız?
Bunlar gibi vekiller olduğu sürece,bu memlekette kadın cinayetleri biter mi sanıyorsunuz?

Bunların başı da felaketti zaten.
Makamın en üstüne çıkmış ama ne istifa ediyor ne de tek adam düşlerinden sıyrılıyor.
En son marifetini de duydunuz sanırım.
Adli yılın açılışı nedeniyle TBB Metin Feyzioğlu,açılışta konuşma yaparsa törene katılmayacakmış.
Çocuk oyunu çünkü devlet yönetmek.''Sana küstüm oyundan çıkıyorum.''diyor yani.
Cumhurbaşkanlığı makamına seçtiğiniz kişi işte ortada.
''Küstüm,küstüm'' türküsünü söylüyor.
İşin daha vahimi ise,Yargıtay Başkanı Ali Alkan'ın,konuyu Başkanlar Kuruluna götürüp,değerlendireceklerini açıklamasıydı.
Bu ülkede yargı bağımsız mıydı?
Nerdeyse cumhurbaşkanı mı,başbakan mı,AKP başkanı mı,ne olduğunu anlamadığımız kişinin ....... ........
NOKTA.

14 Ağustos 2014 Perşembe

#"Bir insana yapılacak en büyük kötülük, ona umut verip sonra hiçbir şey olmamış gibi gitmektir." 
Friends

Hiç böyle bir durumla karşılaştınız mı?
''Hayır''diyorsanız,size bu durumla nasıl karşılaşılır,sonucu ne olur anlatayım.
Bizlere öğretilen hep dürüst olmak,sözünde durmak,yapamayacağın sözleri asla vermek şeklindeydi.
Ama evde öğrendiğinizle sokaktaki şeyler aynı olmuyor.Bunu da yaşayınca öğreniyorsunuz.
Bir İngiliz atasözü der ki:''Eğer bir insan,size iki kere hata yapıyorsa,hata sizindir.''
Çok severim bu sözü.
İnsanlara güvenmemeyi bir türlü öğrenmiyorum nedense.Karşınızdakinin bu kaçıncı hatası.Yakınınızdaki olması daha da feci bir durum.
Baktın ki,adam,söylediği hiçbir işi yapmıyor,verdiği sözleri tutmuyor.Neden güvenirsin de hayatını zehir edersin be kadın!
Kendime çok kızıyorum aslında.
Dünya gerçekten kötü ve insanlar da sandığımız kadar dürüst değil.Pollyannacılık oynamanın da gereği yok.
Kazık yiyorsan,hak etmişsin demek ki.
İnsan,yaş almayla büyümüyor aslında.Deneyim dediğiniz şey böyle durumlara düşünce kazanılıyor-muş meğer.
İnsanın beceriklisi nasıl olur biliyor musunuz?Yaptığı işlere,kazandığı başarılara bakacaksınız.Toplumda bir yer edinmişse,saygınlığı varsa,verdiği sözde duruyorsa bilin ki,arkanızı ona dayayabilirsiniz ama.....
Konuştuğunda mangalda kül bırakmayan,sanki çok yetenekliymiş gibi hava atan biriyle karşılaşırsanız,ordan hemen kaçın.
Böylelerine güvenilmez.
Eğer,bu işten bir tek siz zarar görseniz,belki sineye çekersiniz ama ya başkaları da etkilenirse?
Akıllı olun ve birine güvenmeden önce on kere düşünün.Ya karşıdaki sizi aldatıyorsa?
Hiç aklınıza gelir mi,en yakınızdakinin size darbe vuracağı?
Gelmez sanmayın.öyle bir gelir ki,oturup kalırsınız yerinizde.
Cidden çok kızgınım şu anda ve öfke kontrolümü zor sağlıyorum.
Be adam,madem yapamayacaksın,ne diye söz veriyorsun ?

Bir insanı en çok yaralayan şey sizin neden olduğunuz bir olayda,karşınızdaki kişinin gözlerindeki ışığın sönmesidir.
Düzeltemiyorsunuz da.
Allah kahretsin böyle yaşamı.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

#Hava,tarifsiz bir sıcaklıkta.Çukurova yanıyor.
Tamam.Sıcağı seviyorum dedim ama bir dur artık. 
Rüzgar diye bir şey vardı eskiden.Hani hafif hafif esen bir meltem,ya da yakan,kavuran Poyraz.
Ama vardı yani. 

Emre Altuğ,şarkısında ''Sıcak,çok sıcak.
Sıcak da,daha sıcak olacak''derken bize uyarı mı göndermişti acaba? 
Tamam,denizden vazgeçtik de......
Bu kadar sıcağı gönderen tanrı,şöyle havuzlu bir villa da göndermez mi acaba?
Ya da,başbakanın Urla'daki hediye edilen villalarına misafir mi olsam? 
Sahi! Başbakanın ne özelliği var da herkes arsa,villa hediye etme yarışında?
Valla bana o villaların aynısından hediye edin,Sümeyye gibi asla branda falan da çekmem.Pencereleri de havuza baktırırım.Konu,komşu görsün havuz başı sefasını.
Ne var bunda?En fazla kıskanırlar yani. 
Yok mu bir hayırsever iş adamı?

Ben de isterem? 

12 Ağustos 2014 Salı

#'Siz bana din ile refaha ulaşmış bir toplum gösterin Ben de size devrim ile geri kalmış toplum göstereyim...''
CheGuevara

AKP'nin peşinden koşanlara belki bir nebze olsun katkısı olur bu sözün.
Pek umudum yok ama.....
Atatürk,bunca devrimi boşuna yaptı.Uygar bir toplum yaratma uğruna gösterdiği kahramanlık da boşunaydı.
Hatta Çanakkale'de,Samsun'da,İzmir'de,Urfa'da ve ülkenin bütününde yaptığı Kurtuluş mücadelesi de boşunaydı.
Bir ideal uğruna yıllarca süren akıl ve yürek savaşı da,dökülen kan da boşunaydı.
Ülkemin şimdi düştüğü duruma bakıyorum da,niye cephelerde savaşmak yerine yan gelip yatmadı acaba?
Bakınız Vahdettin'e,ardından gelen hainlere,1950 sonrası işbaşına gelen iktidarlara ve son olarak da 12 yıllık AKP hükümetine ve açtığı yola.
Bir de,ATAM İZİNDEYİZ sözünü adam izindeyiz diye gururla taşıyan,türbanlı sınıfı var ki....
Adam mı dediler sanki?
Affedersiniz de,adamlık bu kadar kolay kullanılan bir sıfat mı?

Mevlana mı söylemiş belli olmasa da,işte size adam olmanın tanımı:
- ’Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok nice elbiseler gördüm içinde insan yok’
-’Bir lafa bakarım söz mü diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye’

Hanımlar,beyler....
Adam diyecekseniz işte orda Anıtkabir'de yatıyor.
Ondan sonrası da gelmedi bu memlekete.
Tişörtün üstüne adam yazmayla adam olunmuyor bilesiniz.
Lafa değil,icraata bakacaksınız adam mı diye?

11 Ağustos 2014 Pazartesi

#Bütün gün televizyonu açmayınca insan ne rahat oluyormuş meğer. 
Adamın yüzünü görmekten gına gelmişti artık. 
Cep telefonu yok,internet yok derken,hadi bir bakayım ne var şu nette dedim ve.....
Keşke demeseydim. 
Sevgili Sevim hanım beni Ören' davet ediyor,Zafer Antalya'dan fotoğraf atmış ve beni kıskandırıyorlar. 
Bu yaz tatile çıkamıyorum ya.... 
Antalya'ya gidemiyorum,bari bir Antalya anısı anlatayım da özlemim azıcık dinsin.
Böyle giderse anılar düşecek peşime ve bastonlu bir teyze olarak sürekli anı yazacağım sanırım. 
Neyse...
Yer Antalya-Lara.
Lara'yı bilirsiniz,incecik kumu ve git git bitmeyen deniziyle şahane bir yerdir.
Biz,o gece biraz daha dışarda kalalım dedik herkesten uzak ve tepede ayışığı,flu bir aydınlatmanın eşliğinde ve mehtap ve deniz ikilisiyle inanılmaz güzel bir gece yaşıyoruz.
Şeytan mı dürttü nedir,birden denize giresim tuttu gecenin bir yarısı.
Dolunay öyle çekici ki,''İlla bana doğru yüz''diyor. 
Nasıl bir görüntü var biliyor musunuz?Ayın şavkı,tam da denizin üstünden gökyüzüne doğru uzanıyor.Dalgaların hafif sesi yankılanıyor.
Denize doğru yürüdüm ve su inanılmaz sıcak.Ayın ışığını yakalayacağım diye yüzüyorum sürekli.
Çılgınlık bu ya ! 
Arkamı döndüm ve ben ay'ı yakalayayım derken kıyı ta uzakta kalmış.
İçimden''Şimdi bir Jaws çıksa ve seni ham yapsa kimsenin ruhu duymaz.'' diyorum ama dışardaki hamları bilmiyorum henüz. 
Neyse kıyıya geldim ve dram böyle başladı.
Uzaktan gelen ışıkta kumsalda bir şeyler yürüyor ama ben görmüyorum.Hareket var yalnızca.Dikkatli bakınca,bütün kumsalın yüzlerde yengeçle dolu olduğunu gördüm.Denizden çıkamıyorum korkudan.
Korkunun ecele faydası yok elbette,adımımı atmamla ayağımda bir ısırıkla ve can havliyle ışığa koşmaya başladım.
Sanıyorum ki,arkamdan bir ordu geliyor.
Ordu değil belki ama ayağımı ısıran o alçak yengeçlerle kumsalda koşmak epeyce ter döktürmüştü bana. 
O geceden iki ders çıkardım:
1-Kızım,otur oturduğun yerde.Ne işin var dolunayla?Gecenin karanlığında romantizm yaşamak sana mı düştü?Herkes gibi gündüz girsene suyu mu çıktı denizin? 
2-Bir daha Lara asla. 

Benim gibi Lara'ya gidip,üstüne de gece denize girecek çılgınlara duyurulur. 

10 Ağustos 2014 Pazar

#Günlerdir,aylardır bu adamı ekranda görmekten inanın midem bulanıyor.Umarız,makamının gereğini yapar ve düşer yakamızdan artık.
Çünkü,günlerdir,toplumsal uyanışa bir katkım olur mu diye yazıp,durdum.
Millet,kendini keriz yerine koyanı istiyorsa...
Hani bir söz vardır:''Bırak sarhoşu yıkılana kadar.''
Ben de artık yazmıyorum ve hayatın devam ettiğini,doğanların,ölenlerin olduğu bir dünyada yaşadığımızı anımsayarak,bir kayıptan söz edeyim.
Çevremizdeki dostlarımız teker teker gidiyor hayattan.Bize de çocukluk anıları kalıyor.
Belkıs Teyze,Meryem Teyze ve şimdi de Dudu Teyze....
Ağzındaki altın dişiyle gülümserdi hep.
Bir gün,bize geldi.O gün de,karne günü ve takdirname almışım,sevinçten uçuyorum.
Çocukluk işte.Bir kağıt parçası için harcadığım enerjiye şimdi gülüyorum. 
Neyse,onun kızı da teşekkürname almış ve nasıl da gurur duyuyor kızıyla.
Ben de,annemin gözünün içine bakıyorum.Desin ki:''Kızını kutlarım ama benim kızım da takdirname aldı.''
Annemde tık yok.Belgeyi nerdeyse gözüne sokacağım,kadında,benimle gurur duyma azmi yok. 
Kızgınlıkla çıktım odadan.
Babama gittim.''Baba,bak takdirname aldım''diyorum.
''eee ne olmuş?Her zamanki gibi'' dedi ve bana bir altın taktı.
Bu da her zamanki babam davranışı.Altını tak,bitmiştir.İnsanın babası kuyumcu olunca ne kadar sıradan bir şey altın. 
Bu,yıllarca devam etti.Ben belge aldım,kimse takmadı.Alıştılar belki de. 
En son,ortaokulumu Üstün Başarı Belgesiyle bitirdim.Okulda hiç yaşanmamış bir şey.Düşünsenize bütün dersleriniz 10.Herkesin gurur duyacağı bir evladım ama kimse yine beni takmadı. 
Babam da ölünce,altın takan da yok elbette.
Öyle kızdım ki,sobanın başına geçtim.Bütün takdirnamelerimi,karnelerimi sobaya atıp,yaktım.
Yalnızca ilkokul 5 karnemi ve üstün başarı belgeli karnemi bıraktım.
İnsana anı da gerek değil mi? 
Kızıma anlatacak bir geçmişim olsun bari.

Dün,toprağa verildi Dudu Teyze.Ölümünü duyduğumda,ilk aklıma gelen şeydi başarı belgem ve bana yaşattığı kızgınlık.
Nur içinde yatsın.Ne iyi komşumuzdu....