30 Eylül 2019 Pazartesi

#Sabahtan bu yana aralıksız çalışıyorum atölyemde.
Müziğim, tabii ki, çayım ve arada dilime dolanan birkaç şiirden dizeleri mırıldanarak.
Şarkıların içinden geçiyorum, şiirlerin duygularından.
Nereye koşuyorsam artık!
Mutluluğun resmi biraz da burda mı gizli ne? ❤️

29 Eylül 2019 Pazar

İnsan,en çok kendine yaptığı ihaneti affetmemeli.
Bugün,yıllarımın birikimi,sanata dair ilkokuldan üniversiteye kadar,ne kadar yaptığım çalışma varsa topladığım dosyam elime geçti.
Tek tek sevdim her birini.
Anılarımla yolculuğa çıktım bugün çizimlerimle.
Parlak bir geçmiş var dosyada.
Katıldığım sergiler,girdiğim yarışmalar,ödüllerim ve eğitim yıllarım.....
Çok daha iyi bir yerde olmalıydım sanata dair her yerde ama işte....
Çok daha fazla insana ulaşmalıydım,çok daha fazla üretmeliydim.
Üniversite yıllarımda,en çok kolaj çalışması sevmiştim.
Farkındalık yaratmanın en güzel yoluydu benim için ve renkler elbette.....
Hayatı renklere dökmek.....
Müthiş bir haz. 
Çoktan rahmetli olan hocam Hakkı Karayiğitoğlu'nu anımsadım.
Bir gün derste başıma geldi desen çizerken ve bana dedi ki:' Bunca yıldır üniversitede hocayım,senin gibi Buda çizen olmadı.'
Gurur vericiydi elbette.
Bir gün,abim İstanbul'a,yanıma geldi.Okulda beni arıyor,Hakkı Beye rastlamış,ismimi söylemiş.
Hakkı Bey,abime dönüp,' Bu okulda,en iyi Buda başı çizen öğrencimi soruyorsunuz sanırım' demiş.
Abim anlattığında çok mutlu olmuştum.
Sanat Tarihi dersinde,hayatımda aldığım ilk cin fikirlilik dersimi aldığım çizimlerim elime geçti.
İnsan genç ve öğrenci olunca,koskoca profesörleri aldatabileceğini sanıyor. 
İstanbul' da,Ayasofya ve Kariye Müzesinin vitray araştırmasıydı konu.
İstanbul'u bilmiyorum o günlerde,ilk gitmişim. Ayasofya'ya gittim ama Kariye Müzesine gitmedim ama ödevi yaptım.
Hocam,elli vermiş ve altına bir not düşmüştü:
Kariye Müzesine Gidilecek! 
Gittim elbette ve ödevi yeniden yapıp,yüz aldım.
Hala saklıyorum o deseni ve hocamın notunu. 
Yıllar geçti üstünden .
Geriye dönüp baktığımda,yapacak ne çok projem,desen çalışmam,tablolarım ve heykellerim var.
Vakit,yeter mi ki bilmem?
İnsan,bir kere her şeye geç kaldı mı ve kendine ihanet etti mi;
İşte,telafisi çok zor oluyor.
Ama kalanı kurtaracağım elbette. 

28 Eylül 2019 Cumartesi


Bugün,günlerden Aşure Günü. :)
En iyi Aşure,bizim evimizde pişer.
Diyeceksiniz ki;'Hadi canım,kim karar verdi buna?'
'Daha ne zaman Aşure pişirip,bize vereceksiniz' diyenler, sokakta durdurup,Aşureyi soranlar ,'Sizinki gibi Aşure yapan yok' diye iltifat edenleri görünce ve de,Ana yurdumuz ,Malatya-Darende'nin orijinal Aşuresini yapınca,haliyle....  ;)
Anacığım,nurlarda uyusun,bu işin en ustasıydı.
Annem gibi becerikli kadına pek rastlanmaz artık.
Bunca övgüye bakınca,Aşureyi benim yaptığım sanılmasın.Hiç öyle yeteneklerim yok.
Ama çok iyi yerim doğrusu. :)
Peki,kim yapıyor bu Aşureyi?
Tabi ki,kardeşim.
Ben,yalnızca çıraklık yaparım.Onu getir,bunu döv,tabakları hazırla.
Öyle lezzetli bir eli var ki,ne yapsa yeniyor elbette ama Aşuresi tarifsiz.
Bu kadar laftan sonra,Aşure nasıl yapılır?
Aşure,bir tatlıdır.Nuh' un gemisi sırasında,Kuş Üzümü,Çam Fıstığı gibi sonradan görme ürünler olmadığına göre,Aşure'nin hammaddesi Aşurelik Dövme,fasulye,nohut ve şekerdir.
Bir de Anacığımın pirinç havanı.
Olmazsa olmazımızdır bunlar.
İçine ise,kuru incir,kayısı,çekirdeksiz üzüm konur.
Aşure'ye,süt,nişasta,siyah üzüm,kavrulmuş ürünler,portakal suyu,limon kabuğu,nar falan konmaz.
Aşureyi de bozuyorsunuz.
Üstünün garnitürü ayrıdır,içine konanlar ayrıdır.
Aşureye,süt ve nişasta koyarak özleştirmeye kalkanlar,bu işi bilmeyenlerdir.
Dövmeyi,ağır ağır pişirip kıvamını bulacaksınız.Saatlerce sürer evet ama kaşığı daldırdığınızda o koyu kıvamı da bulursunuz.
Çok zahmetlidir elbette.Aşure pişirmek.Hele bizim gibi çekme kazanlarda pişirilen Aşure,öncesi,sonrası epeyce iştir ama amaç,insanlarla paylaşmak olunca,olacak o kadar.
Aşureyi dağıtmaya bir çıkıyorum,gece eve dönüyorum,o kadar çok dağıtırız.
Paylaşmak güzeldir. :)
Henüz pişme aşamasında.Kaselere konması öğleyi bulur.
Ben,en çok sıcak Aşureyi severim.Tencerenin başında .....
Yok böyle bir tat! ;)
Aşurenin içine,bir çimdik tuz ve bereketin simgesi,çörek otu mutlaka serpilir.
Anacığım,Aşure kazanına çörek otunu atınca,başında duasını da okurdu.
Annemin lezzeti,iyi ki kardeşimde.O da olmasa,nasıl yiyeceğiz bu tatları? ❤️🙂

27 Eylül 2019 Cuma

#İstanbul'da deprem oldu ya,ekranlarda deprem uzmanlarından geçilmiyor bu kez de.
Bombalı saldırı olur,stratejistlerden geçilmez,deprem olur,uzmanlardan geçilmez.Mantar gibi türerler bir anda.
Deprem,bir doğal afet ama nasıl baş edilecek?
Elbette,depremi önceden haber veren bir sistem henüz bulunmadı ama sağlam binalar,ilkokuldan başlayarak eğitilen bir nüfusla bu konu başarılabilir.
Merak ettiğim şu:
Deprem çantası hazırlayın,bir yetmez evin bütün odalarında ulaşılabilecek bir deprem çantası deniyor.
İçinde fener,düdük,su,mevsimine uygun kıyafetler,dayanıklı kuru gıdalar,battaniye olacakmış.
Dolaplar,eşyalar duvara montelenecekmiş düşmelere karşı.Bu mantıklı ama şu deprem çantasına takıldım ben.
Hadi,hazırladık diyelim,deprem başladığında elde var 3-4 saniye.Başımızın üstüne kitap alıp,cenin pozisyonunda mı yatacağız,deprem çantasına mı ulaşacağız,yoksa evden mi kaçacağız?
3-4 saniye....
Deprem uzmanlarını izledikçe afakanlar bastı inanın.
Kuzey Anadolu Fayı denen o fay yüzünden bütün ülke kabus yaşıyor şu anda.
Bir korku sardı hepimizi çünkü.
Binalar çürük,toplum bilinçsiz.....
Bütün bunlar yerine,25 senedir İstanbul'u,17 senedir memleketi yöneten AKP Hükümetini seçimlerde başımızdan alsak ve yeniden yapılacak imar planıyla tüm memlekette seferberlik ilan etsek,tüm okullarda sil baştan bir eğitim gerçekleştirsek,o dev plazaları,AVM'leri yıksak,yeşil alan yapsak,insan hayatının her şeyden önemli olduğunu anlasak,anlatsak olmaz mı?
3-4 saniyede ne yapacağım da sağ kalacağım acaba?
Çocuğumu mu kurtaracağım,kendimi mi?
Kafama kitap alacakmışım da,cenin pozisyonuna gelecekmişim de,deprem çantası hazırlayacakmışım da !
Çürük binaları yıkın,yerine depreme dayanıklı binalar yapın.Devlet olarak vatandaşı korumak sizin göreviniz değil mi?
Japonlar gibi,biz de koltuğumuzdan kalkmadan sarsıntının geçmesini bekleyelim olmaz mı?
Belimizi büke büke bizden götürdüğünüz vergileri,harçları,onu,bunu .onca parayı ne yaptınız?
Duble yollar mı?
Bina çöktüğü zaman,o yollar ne işime yarayacak?
Binayı sağlam tut,beni canlı!
Bunu anlamak zor mu?
Bir de utanmadan ekrana çıkmış,'En iyi deprem programını biz yaptık 'demiyorlar mı?
PES!
#İstanbul depremi bize ne anlatmalı?
Türkiye, bir deprem ülkesi ve yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada depremler oluyor şu anda.
Depreme karşı hazırlıklı olan ülkeleri görüyoruz. İnsanlar, evlerinde oturuyor ve sarsıntının geçmesini bekliyor.
Çünkü, evleri sağlam, kaygıları yok ki.
Japonya'da yaşanan son depremde balkondan atlayan biri vardı, o da Türk'tü.
Çünkü, Japonya'daki evleri de, bizimkiler gibi çürük sanıyordu.
Dün, İstanbul 5.8 ile sallandı ama bunda bile karar verilemeyen bir tuhaflık vardı. 5.8 mi, 5.9 mu, 6 mı nedir bu depremin şiddeti?
1998 Ceyhan depreminde ki, üstünden yirmibir yıl geçti, o sarsıntıyı unutamam.
Kapıyı tutayım dedim, kapı duvardan ayrılıp, yeniden birleşiyordu.
O kadar korkutucuydu o günler.
Deprem,insanın çözüm bulacağı bir doğa olayı.
Binalarınızı sağlam yaparsanız, malzemeden çalıp çırpmazsanız bir şey olmaz.
Japonya, adalar ülkesi ve hemen her gün sallanıyor.
Adamlar bilmiyor mu deprem gerçeğini?
Bilimin ışığında çözüm arıyor, teknolojiye kafa yoruyor ama biz ne yapıyoruz; kulağımızın üstüne yatıp, sanki hiç deprem olmayacakmış gibi yaşamaya çalışıyoruz.
Bu işin çözümü devlette elbette.Yirmi yıldır, bizden toplanan deprem vergisi nerde?
Ne yapıldı onca para?
Bize hesap vereceksiniz. Hangi kaleme harcanmış, hangi yatırım yapılmış, hangi alanlar deprem için hazırlanmış, konteynerler, bina güçlendirmeleri, olmadı, yıkılıp yeniden yapılacak okullar, hastaneler, binalar nerde?
Sizler, sırça köşklerinizde, saraylarınızda oturup, halkı çürük binalara mahkum edemezsiniz.
İstanbul, düş kentim benim. Her bir sokağını, her bir noktasını keşfederek soluklandığım kentim.
Her gidişimde, üstüme üstüme gelen plazalardan, AVM' lerden midem bulanıyordu artık.
En çok Gezi Parkında oturmayı severim ben.
Hani şu, ağaçları kesip de, Topçu Kışlası yapacağım diye.....
Neyse.....
Şimdi anladınız mı ey İstanbullular, Gezi Parkı için verilen savaşı?
5.8' lik küçük bir depremde nereye kaçtınız?
Gezi Parkına.
Ali İsmail'i,Berkin'i, Ethem'i ve diğerlerini unutmayın!
Bizden toplanan vergilerin hesabını sormazsanız, gelecek olası daha büyük depremde dizlerini döversiniz, enkaz altından çoluk çocuğunuzu ararsınız.
Hani, bir uzman dedi ya!
Okulların ve hastanelerin % 2'si sağlam diye.
Sonucu şimdiden düşünün.
10 bin toplanma yeri öyle mi?
Bunca yıldır İstanbul'a giderim, utanmasalar, çocukların salıncaklarının üstüne bile plaza dikecekler.
O kadar yok yeşil alan.
Depremden, duayla, besmeleyle kurtulamazsınız güzel kardeşim.
Planlı, çözümcü, çabucak yapılması gerekenleri yapmazsanız, bugüne kadar yapılanları eleştirmezseniz, olası beklenen depremden sonra başınıza gelecekleri hak edersiniz.
Vakit yok, hala neyi bekliyorsunuz?

26 Eylül 2019 Perşembe

#Aşure fotoğraflarını yayımlamayı istemiyorum aslında çünkü;ulaşan var,ulaşamayan var.
Nefis bu,elbette çeker ama bir yandan da,geleneksel bir tat olan Aşuremize yapılan yanlışları görünce kızmıyor da değilim.
Lütfen,bu işi adabıyla yapın.
Ekranlarda,bir aşure furyasıdır gidiyor.Bilen de tarif veriyor,bilmeyen de.
Alışılmış tatlara bu işkenceyi yapmayın artık.
Bir dönem çok gözdeydi füzyon mutfağı.Onu da hiç sevmiyorum ama bizim yemeklerimiz,tatlılarımız ama aslında bizim mutfağımız bambaşka.
Israrla,neden değiştirmeye çalışıyorlar ki?
Tatları,yerinde bırakmak gerek.Tıpkı,cover yapılan şarkıların asla eski tadı vermediği gibi,içine kattığınız yabancı her şey, o tadı bozar.
Bugün,aşure günümüz dedim.

İlk yiyenler,belediyenin sokağımızda çalışan işçileriydi.
Ocaktan indirdikten hemen sonra,sıcak sıcak götürdüm hepsine.
Sonra,komşulara,esnaflara geldi sıra.
Sanırım,ulaşamadığımız çok az insan kaldı bugün.
O kadar çok dağıttım ki,bu koşturmanın sonu hastalık olmazsa iyidir ama her şey güzeldi elbette. 
Afiyet olsun herkese.Umarım,uzun yıllar,biz bu geleneği layıkıyla sürdürebiliriz.
Geçmişimize,kaybettiklerimize dua eden,onları anan herkese teşekkür ediyorum.
Hayat,paylaşılarak çoğalır biliyorsunuz.
Aşure fotoğraflarını yayımladığım için eleştirmeyin lütfen ama aşure,böyle yapılır.
Yani,bizim memleketimiz Malatya-Darende usulü.
Ötesini geçin! ❤️

#Bugün,günlerden Aşure Günü. 
En iyi Aşure,bizim evimizde pişer.
Diyeceksiniz ki;'Hadi canım,kim karar verdi buna?'
'Daha ne zaman Aşure pişirip,bize vereceksiniz' diyenler, sokakta durdurup,Aşureyi soranlar ,'Sizinki gibi Aşure yapan yok' diye iltifat edenleri görünce ve de,Ana yurdumuz ,Malatya-Darende'nin orijinal Aşuresini yapınca,haliyle.... 
Anacığım,nurlarda uyusun,bu işin en ustasıydı.
Annem gibi becerikli kadına pek rastlanmaz artık.
Bunca övgüye bakınca,Aşureyi benim yaptığım sanılmasın.Hiç öyle yeteneklerim yok.
Ama çok iyi yerim doğrusu. 

Peki,kim yapıyor bu Aşureyi?
Tabi ki,kardeşim.
Ben,yalnızca çıraklık yaparım.Onu getir,bunu döv,tabakları hazırla.
Öyle lezzetli bir eli var ki,ne yapsa yeniyor elbette ama Aşuresi tarifsiz.
Bu kadar laftan sonra,Aşure nasıl yapılır?
Aşure,bir tatlıdır.Nuhu'un gemisi sırasında,Kuş Üzümü,Çam Fıstığı gibi sonradan görme ürünler olmadığına göre,Aşure'nin hammaddesi Aşurelik Dövme,fasulye,nohut ve şekerdir.
Bir de Anacığımın pirinç havanı.
Olmazsa olmazımızdır bunlar.
İçine ise,kuru incir,kayısı,çekirdeksiz üzüm konur.
Aşure'ye,süt,nişasta,siyah üzüm,kavrulmuş ürünler,portakal suyu,limon kabuğu,nar falan konmaz.
Aşureyi de bozuyorsunuz.
Üstünün garnitürü ayrıdır,içine konanlar ayrıdır.
Aşureye,süt ve nişasta koyarak özleştirmeye kalkanlar,bu işi bilmeyenlerdir.
Dövmeyi,ağır ağır pişirip kıvamını bulacaksınız.Saatlerce sürer evet ama kaşığı daldırdığınızda o koyu kıvamı da bulursunuz.
Çok zahmetlidir elbette.Aşure pişirmek.Hele bizim gibi çekme kazanlarda pişirilen Aşure,öncesi,sonrası epeyce iştir ama amaç,insanlarla paylaşmak olunca,olacak o kadar.
Aşureyi dağıtmaya bir çıkıyorum,gece eve dönüyorum,o kadar çok dağıtırız.
Paylaşmak güzeldir. 
Henüz pişme aşamasında.Kaselere konması öğleyi bulur.
Ben,en çok sıcak Aşureyi severim.Tencerenin başında .....
Yok böyle bir tat! 
Aşurenin içine,bir çimdik tuz ve bereketin simgesi,çörek otu mutlaka serpilir.
Anacığım,Aşure kazanına çörek otunu atınca,başında duasını da okurdu.
Annemin lezzeti,iyi ki kardeşimde.O da olmasa,nasıl yiyeceğiz bu tatları? ❤️🙂

24 Eylül 2019 Salı

#Bu fotoğraf karesini Zorkun Yaylasında çekmiştim.
Hala,kendi oyuncağını yapan çocukların olması bana umut vermişti o gün.
Şimdiki çocuklar,hazıra konduruluyor.Yaratıcı zekaları öldürülüyor ebeveynler tarafından.
Ellerine tutuşturuluyor tablet ya da cep telefonları,başlarından gitsinler de,ne olursa olsun kıvamında anne-babalar.
Oysa,çocukla geçirilecek zamanın zenginliğini anlamaları gerekiyor.
Bu çocuklara baktığımda,kendi çocukluğum aklıma geldi.
Pek de çocuk olduğumuz söylenemez elbette,birdenbire büyümek zorunda kalmıştık çünkü.
Ama o kısacık zamanda bile çok şey yapmıştım.
Ağaçların tepelerinden inmezdim örneğin.Dallarında akrobasi yapardım.
Şimdi,bir çocuğun değil ağaca tırmanması,evden çıkarılmadıkları gibi,ortada tırmanacakları ağaç da yok.
Mahalleli çocuklardan kızlı-erkekli futbol takımı kurardım örneğin.Kıyasıya maçlar yapardık.

Bize gol atan pek görülmezdi çünkü;o golün bir faturası olurdu elbette.
Korkudan atamazlardı yani. 
Cam bilyelerimiz vardı örneğin.Toprağa yapışırdık,üstümüz başımız toz duman,bir çukur kazardık ve oyun başlardı.
Rengarenk cam bilyelerin ışıltısını unutmak mümkün mü?
Her oyunun sonunda,bütün bilyeler benim olurdu ama olsun,oyundu bu,bir kazananı değil,hep kazananı bendim nasıl olsa. 
Annemden,en azar işittiğim konuydu makaralardan yaptığım trenler.
Bütün kibritleri boşaltırdım,az kalan makaraları da elbette,unla suyu karıştırırdım,bulamaç yapar ve kibrit kutularını yapıştırıp,tren katarı yapardım kendime.
Bizler,yaratıcı çocuklardık.

Önümüze lego setleri,çeşit çeşit oyuncak gelmezdi ki.Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapardık ve müthiş keyifli bir işti bu.
Bu çocukları izledim bir süre.
Kendi çocukluğum aklıma geldi.
Ne günlerdi,o günler! ❤️


#Şu kedideki rahatlığın yüzde biri bile benim olsa, dünya cennete dönerdi.
Yanına yaklaştım, yaklaştım hiç istifini bile bozmadı.
Uzanmış sere serpe misali, gerine gerine sırtını döndü ve uyumaya devam etti.
Kedideki aldırmazlığın kırıntısı bile yeter bana.
Yeniden ışınlanayım bir deniz kıyısına lütfen.
Sessiz, sakin, huzurlu..... ❤️

23 Eylül 2019 Pazartesi

#Sayın Mehmet Elmalı'nın sayfasında gördüm bu yazıyı,çok beğendim ve üstüne biraz yorum katayım istedim.
Artık kürek çekmiyorum
Hiç bir şeye
Yetişmeye de çalışmıyorum hiç kimseye...
Akışına bıraktım gidiyorum
Kendi kendime
Rotasız pusulasız ...
Su dinginmiş dalgalıymış
Umursamıyorum bile..
Çünkü öğrendim ki ,
Umursadıkça düşündükçe
Batıyor işler sarpa sarıyor
Yorulduğuyla kalıyormuş insan
Ve ne yapsan
Her şey olacağına varıyor
Yazılan yaşanıyormuş...
Yazanı bilmiyorum,bir alıntı.Teşekkür ediyorum sayın Elmalı'ya.
Aslında,hepimizin bildiği ama uygulamadığı ne çok şey var hayatımızda.
Sahiden de,umursamıyor muyuz insanları?
' O ne demiş,bu ne söylemiş' ,takmıyor muyuz sahiden?
Bıraktık mı hayatı akışına?
Olurun da mı her şey?
Gittiği yere kadar mı hayatımız?
Hiç kimseye geç kaldık mı sahiden?
Hayatın bir gidişatı var aslında.Hepimiz de içinde yarını,diğer günü,belki gelecek yazı planlayıp duruyoruz.
Umut işte yaptığımız.
Olacağını bilmeden....
Ama insan şunu öğreniyor yaş ilerlediğinde:
Planlamak iyi de,çemberinizin içinde ve dışındaki insanların da planında değilseniz ne olacak?
Elmayı seven yalnızca sizseniz ,ne olacak?
Hayatı,akışına bırakmak gerekiyor bazen,öylesine sakin,dingin ve dalgasız.
Bilmem ki,doğru mudur bu?
Hayat yine,bildiğini okuyacaksa eğer,çabalamaya değer mi?
Ama bir doğru var elbette.
Çabaladıkça çok yoruluyor insan.
Bırak,yıkıldığı yerde kalsın sarhoş!
Belki,böylesi doğrudur; kim bilir?