26 Mayıs 2022 Perşembe

 Biraz mola ama en çok üretim.

Bugün, arkadaşlarla evlilikler, yıpranmış evlilikler, aldatma, üreten, çalışan kadının toplumdaki ve ailedeki önemi, gerekliliği üstüne derin bir sohbet yaptık.
'Kadın çalışır, parasını kazanırsa ne olur, bunun evliliğe yansıması iyi midir, olumsuz mudur, çalışmasa ne olur' dedik.
Her 100 evlilikten 50'si boşanmayla sonuçlanıyormuş.
Ekonomik nedenler ilk sırada elbette.
Eve giren tek maaş, huzursuzluk ve geçimsizlik nedenidir.
Günümüz Türkiye'sinde, verilen ücretlerle değil ev geçindirmek, kişi, kendine bile bakamaz.
Hele bir de, ev kiraysa, çol - çocuk varsa, orda mutlu bir evliliği aramak mümkün değil.
Toplumumuzda, hırgür evlilikler çoğaldı.
'Dayanamıyorsan boşan' diyoruz ama çalışmayan, evi, parası olmayan kadın nereye gidecek, nasıl geçinecek ?
Babaevine sığmaz, ortada kalır.
Ama bir kadının bir işi, bir mesleği olsa, ayakta kalması da kolaydır, hayatına dair kararları alması da.
İşte, bu nedenle kız çocuklarımız mutlaka okumalı, kadınlarımız mutlaka çalışmalı.
Bir erkeğin üstünde, asalak gibi yaşamaya mecbur bırakılan kadınlar, çaresizlikten savrulup duruyor.
Emin olun, kadınlar kendi ayaklarının üstünde duracak pozisyonda olsa, çoğu evlilik yıllarca sürmez.
Yaşadığım topluma, insanlara, evliliklere bakıyorum, geneli mecburiyetten sürüyor.
Ya, çocuklar var, yuva dağılmasın diye hastalıklı bir evlilik var, ya da; kadının gidecek yerinin olmadığı, koca dayağı ve şiddetin her türlüsünün yaşandığı evlilikler var.
Kadınlar gibi, erkekler de mutsuz aslında.
Öğrenilmiş çaresizlik içinde çoğu.
Aile ve toplum baskısı, her iki türü de etkiliyor.
Elbette, hiçbir evlilik boşanma düşünceyle başlamaz ama bittiği yerde de bırakmalı insan.
Uzatmaları oynamanın ne gereği var?
Hep derim : Çoğul mutsuzluktan, tek kişilik yalnızlık her zaman iyidir.
Atölyemde, derin derin bu konuyu tartıştık bugün.
Benim fikrim : İnceldiği yerden kopmalı her şey.
Ötesi, üzücü sonuçlara gidecek ama önünde sonunda gidecek, acı verici bir süreçtir.
Ne demiş Nietzsche :
'Umut, en fenasıdır.Sadece,acıyı uzatır.'
Kendini kandırmanın ne gereği var, değil mi?
Herkes, düşüncesinde özgür elbette.
Bu, benim fikrim.

22 Mayıs 2022 Pazar

 Bugün Pazar...

En sevdiğim gün. ❤️
Saat, sabahın körü.Pazar gününe uyanmak için erken bir saat. Hayalimdeki pazarı es geçen bir başlangıç. Fırıncı, uyandı mı acaba,kaç pazardır yapmadığım ekmek siparişini vereceğim.
Motto haline gelen küçük notlar var , bilirsiniz. Çok seviyorum, kısacık ama bir roman derinliğindeki sözleri.
Kalbinden yakalamak örneğin.
Yakalamak dediysem, tırnaklarınızı geçirip, avuçlarınıza hapsedin değil elbette.
Bir insanın duygularını karşılıklı kalpten hissetmesi.
Sahtecilik yok, çıkar yok, olduğunuz gibi, içsel bir alışveriş.
Tabii, bunu yaparken göz temasını asla unutmayın 'Gözler, kalbin aynasıdır' diyen o şarkı çok doğrudur.
Karşınızdaki kişi, istediği kadar konuşsun, gözlerinden okursunuz neyi ne kadar doğru söylüyor.
Ama hayatta yaşam felsefem iki söz var ve asla vazgeçmeyeceğim.
İlki ; Sana duvar ördümse, tuğlasını sen verdin.
Ne şahane bir derinlik.
Bu sözü, hayatınızın her ilişkisinde kullanabilirsiniz. Eğer, bir insanla mesafeniz oluşmuşsa, bilin ki, orda inceden inceden bir duvar örülmüştür, zamana yayılan.
Hiç kimse, durup dururken uzaklaşmaz birisinden. O tuğlayı, ilk kim koyduysa, harcını da hazırlamış demektir.
Bunu yapan her kim olursa olsun, o duvarı yıkmaya çalışmayın,boşuna nefesinizi tüketmeyin. Yaşanmışlıkları asla unutamazsınız. Kendinizi kandırmayın.
İkinci en sevdiğim de aldatma üstüne.
-Senin söylediklerin,
-Benim söylediklerim,
-Ve ortadaki gerçekler.
Siz, istediğiniz kadar konuşun, haklı çıkmaya kalkın, yalan söyleyin, kendinizi kurtarmaya kalkın ya da, birilerini ikna edin; ben, istediğim kadar aynısını yapayım, bu, orda duran gerçeği değiştirmez!
Yakın zamanda, benim de başıma geldi.
İnsan ilişkilerinde şöyle bir davranış vardır: Yapılmaması, söylenmemesi gereken bir şey yaparsınız ve bu maddi- manevi zarar vermiştir birilerine.
Nasıl açıklayacaksınız bunu?
Olayı saptırmak, konuyu başka yöne çekmek, dikkati oraya yöneltmek...
İşte burda, devreye girer, bu söz.
Sen, ben ne söylersek söyleyelim, oradaki gerçeği değiştirmez oysa.
İnsanoğlu, biraz ahmak gerçekten de. Kendini akıllı sanırken, ortadaki gerçekler, sabahın ışıması gibi nettir.
En çok, karşımda konuşurken gözlerine bakarım insanların.
Selami Şahin de ne şarkı yapmış.
Gözler, kalbin aynasıdır.
Yalan , nedir bilmez onlar. 😉
Yani, demem o ki:
Lütfen, beni şu tuğla ve ortadaki gerçeklerle ilgili konularda meşgul etmeyin arkadaşlar.
Bu yılları boşuna yaşamadım.
Şairin de dediği gibi :Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir değil, birçok şey var.
🙂
İyi Pazarlar.. ❤️

21 Mayıs 2022 Cumartesi

 #Yaşanmışlığa dair bir öykü okudum, benzerini benim de yaşadığım; anılarımda yer eden.

Yer, Mardin.
Deyrulzafaran Manastırı.
80 yıl önce, Manastırın kapısına bir çocuk bırakılır, adı Bahe.
Bahe, yüzü delik deşik, akli yetisi düşük bir çocuktur.
Zaten, annesi de bu yüzden bırakmıştır.
Nedir Bahe'nin öyküsü?
Bahe, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi, çalışırken, Bahe'yi, kuyunun yanına bırakır. Bir horoz, çocuğa saldırır ve yüzünü delik deşik eder. Bahe, 6 yaşındayken babası ölür, annesi baba evine döner ve Bahe'yi manastırın kapısına bırakır.
Bahe, engelli olmasaydı bırakır mıydı ayrı konu?
Neyse....
Bir horoz, bir Pitbull gibi insana saldırır mı?
Evet, saldırır.
İşte, benim öyküm:
Yer Kahramanmaraş /Andırın İlçesi.
Babam, bizi yayla diye Andırın 'a götürürdü.
5-6 yaşlarındayım.
Bir komşumuz vardı, Navrus Hanım Teyze.
Hayatımda yediğim en güzel Mısır Unlu Çörek yapan güzel kadın, güzel komşu.
Yakın zamanda ölmüş. Birkaç yıl önce, sırf onu görmek için Andırın' a gittin ama yoktu.
Son bir kez görmeyi çok istemiştim oysa.
İşte bu Navrus Hanım Teyze'nin bahçesinde, arkasına bir ordu saklansa görülmeyen kocaman bir dut ağacı, tavukları ama bir de felaket bir horozu vardı.
Pitbull bile çok masum kalırdı inanın, o kadar saldırgan bir hayvan-dı.
Öyle korkardım ki, o horozdan, eve hiç yaklaşmazdım.
Bir gün, Annem, 'Kızım git de, Navrus Teyzen uygunsa öğleden sonra ona gideceğim, haber ver' dedi demesine de, nasıl gideceğim, orda horoz var.
Bakındım, horoz görünmüyor. Annemin haberini verdim, evin parlak beton merdivenlerden usul usul iniyorum. Bir yandan da seviniyorum horoz yok diye.
Tam, dut ağacının yanından geçiyorum, bir şeyin havalandığını gördüm ve sonrası dehşet....
Horoz, meğer beni bekliyormuş. Üstüme bir saldırdı, başımı gagalamaya başladı. Yüzüm gözüm kan içinde bağırıyorum, eve koşuyorum annem beni kurtarsın diye.
Horoz tepemde, ben ağlayarak, kan içinde eve geldim ama ne annem ne de komşular horozdan beni kurtaramıyor.
Hayvan, benden neden bu kadar nefret ediyorsa anlamadım, oysa ben, hiçbir canlıya zarar vermedim bugüne kadar.
Sonunda, horozu alabildiler başımdan ama beni görmelisiniz. Başımdan kanlar yüzüme, elbiselerime akıyordu.
Abarttığımı düşünmeyin sakın. O horozun ne ilk ne de son vukuatıydı bu.
En vahşi köpek sürüsünün saldırısını tek başına yapan bir horozdu.
Şimdi düşünüyorum da, o hayvanı incelemek gerekirdi aslında.
Böyle horoz mu olur?
Bizim bildiğimiz horoz, sabah gün ışırken uyanan ve öten bir hayvan değil miydi?
Horoz, belki Bahe gibi yüzümde iz bırakmadı ama başımda gagasından kalan bir izi taşıyorum hala ve ömür boyunca da kalacak bir iz bu.
Bahe' nin öyküsünü okuyunca, aklıma çocukluğum ve yaşadığım horoz öyküsü geldi.
Arada bir, elimi o ize götürürüm ve o horozu anımsarım.
İnanılır gibi değildi gerçekten de o yaşadığım gün.
Bir dahası oldu mu, diye merak ediyorsanız eğer.
Hiçbir kuvvet, beni bir daha, değil o eve, en yakınına bile götüremedi.
O horozla, bir daha karşılaşma riskini göze alır mıyım?
Canıma kastım mı vardı?😉
Zaten, bir daha Andırın' a gitmedik. Babam, evimizi sattı ve rotamızı Zorkun Yaylasına çevirdik ama Andırın ve o horoz, çocukluğumdan kalan bir anı oldu bana. 🙂
Navrus Hanım Teyze,nurlarda uyusun. Ne iyi bir komşuydu.
O mısır çöreğinin tadını hala unutmadım.
Ne kadar güzel yapardı.
Anılar işte...

20 Mayıs 2022 Cuma

 Atölyemden..

❤️
Burası, üretimin, aynı zamanda deneysel çalışmaların da yapıldığı bir yer.
Çok sıkıcı gündemden biraz uzaklaşalım ve eldeki malzemelerle ne yapılabilir ki, bu bir örnektir, aslında amacım; herhangi bir konuda düşünmeyi ve yolunu açmak..
Fikir benim değil, yanlış anlaşılmasın. Fikir hırsızlığı yapmam. Yalnızca, uygulanabilirliğini test ettim diyelim. 🙂
Hem, romantik bir çeşitlilik de olurdu hani. 😉
Atölyemdeki, çok kullandığımız kağıt bandı ambalajı, doktorların kullandığı dil çubukları, boncuk, boya falan.
Sonucu, kendime merak ettim. Bunların, başka renk versiyonlarını da yapabilirim.
Çocuklarınızla, evde eğlenerek yapacağınız, atık malzemeleri kullanma dersi aslında.
Bence deneyin.
Hayatı öğrensinler.
Amaç, eline geçen her şeyi atmasın, kullanacak bir şeyi tasarlasın.
Bunca tasarımcı, doğarken tasarımcı doğmuyor biliyorsunuz.😉
Hayat, en iyi öğrenme yöntemidir.🙂

6 Yorum


19 Mayıs 2022 Perşembe

 19 Mayıs Atatürk 'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu Olsun.

🇹🇷
Bugünler de geçecek, umutsuz olmayacağız.
19 Mayıs'ları, aynı coşkuyla, heyecanla, gösterilerle, tıpkı gençlik yıllarımızdaki gibi kutlayacağımız günler yakındadır.
Bir Anne, Bir Kadın, Bir Birey olarak yaşadığım sürece ışığını yaymak için, çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız, erkeklerimiz için elimden geleni yapacağım, emanetine sahip çıkacağım.
Söz veriyorum.
ATAMIZ 'Bugün benim doğum günüm' der 19 Mayıs için.
ATAMIZIN doğum gününü en sevdiği çiçek, Karanfil ile kutluyorum.
Minnet ve Şükranlarımı sunuyorum.
Ne Mutlu Türküm diyene.

 ATATÜRK, 16 Mayıs 1919'da,Bandırma Vapuruyla yola çıktığında, bir enkazdan bir ulus devlet yaratmak amacındaydı.

Ve eminim, yarattığı bu ülkenin, yeniden bir enkaza doğru yol aldığını görse hem çok üzülür hem de bıraktığı mirasa sahip çıkmadığımız için bizlere çok kızardı.
Memleketi, kimlerin eline bıraktı-k. Ben ve benim gibi düşünenler değil elbette, üç kuruşa el açan, üretmeden tüketmenin hesabını yapan, biat eden bir kesim; hükümetten rant sağlayan sermayedar diğer kesim.
AKP hükümetiyle birlikte kadına yönelik şiddet % 1400 arttı, kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, ahlaksızlık ayyuka çıktı.
Suçun cezasız kaldığı bir ülkede ne bekliyorduk ki?
Hukuk var mı, hukuk?
Olay yeri, Mersin.
Bir baba, 4 yıl, tam 4 yıl boyunca , kızına tecavüz etmiş. Kızını hamile bırakmış, olay mahkemeye taşınmış, baba 30 yıla mahkum edilmiş ama Avukatları, babanın kızıyla çekilmiş samimi fotoğraflarını delil olarak sunmuş ve 'Kızın da rızası vardı' diyerek, babayı salıvermiş.
Bu rezil, aşağılık, ahlaksız, haysiyetsiz baba kılıklı pisliği serbest bırakmış, duydunuz mu?
Mahkemelerden dönen red kararları, hakimleri ve avukatları bir türlü ikna etmemiş olacak ki, koskoca Yargıtay, bu şeyi serbest bırakmış.
Bu şeyi serbest bırakan hakimler, kendi kızına tecavüz eden o babayı savunan avukatlar....
Ve bu hukuk sistemi.
Yetmez ama Allah Belanızı Versin.
Bu pisliğin, savunulacak bir yanı mı var da, delil arıyorsunuz?
Ya o hakimlere ne demeli?
Tecavüze uğrayan sizin kızınız, eşiniz, kardeşiniz olsaydı, yine böyle pislikleri topluma salacak mıydınız?
Yazıklar olsun sizin okuduğunuz hukuk fakültelerine;
yazıklar olsun, sizi hukukçu diye mezun eden hocalarınıza!
Bitin Allah Aşkına, bitin ve defolup gidin hayatımızdan, defolup gidin kadınların bedeninden.
Kızın yahu, kızın!
Dünyada, kadın kıtlığı mı yaşıyorsun?
İlla ki, seninle birlikte olacak kadın da vardır.
Bu işi ya para karşılığı alırsın, ya da gönül işidir yaparsın ama sen, gidip doğduğunda kucağına verilen kızına tecavüz ediyorsun.
Allah Belanı Versin.
Sen, nasıl babasın?
Siz daha, böyle erkekleri topluma salın bakalım.
Tecavüz edecek yeni hastalıklı insanlarla, kadınların hayatını cehenneme çevirmeye devam edin.
Nerde bu hukuk, nerde suçun cezası!
ATATÜRK, ülkeyi bu hale getirin diye mi bize, size emanet etti?
Yazıklar olsun topunuza!

 "Ahlatın başındayım' diye bir türkü var duymuşsunuzdur.

Şöyle devam eder türkü :
Ahlatın kara taşı
Yandı bağrımın başı
O yar burdan gideli
Durmaz gözümün yaşı.
Bir yar uğruna dökülen gözyaşlarını anlatır türkü.
Türküler güzeldir, yaşanmışlıkları anlatır da;
Peki, biz çocuklarımıza ne anlatacağız?
Bak çocuğum!
Biz, eskiden insanıyla, toprağıyla, geçmişten günümüze tarihi varlığıyla, tarımdan sanayiye üretimiyle çok önemli bir ülkeydik.
Dünya,bizi o yıllarda kıskanıyor muydu bilmem ama günümüz Türkiyesi, düştü bir ele, savruldukça savruluyor, kapanın elinde kalıyor tarım toprakları, fabrikalar, limanlar.
Bak çocuğum!
Akıllı olup, seni kimlerin yöneteceğini iyi seçmezsen, Aysun Kayacı ve Aziz Nesin'i illa ki haklı çıkarmaya çabalarsan, başına gelecekleri de hak ediyorsun demektir.
Hani, bir türküyle başladım ya sana neler olduğunu anlatmaya. Bak, iyi dinle beni.
Ahlat, Bitlis iline bağlı, Van Gölü'nde kıyısı olan bir ilçe.
İşte bu ilçede, memlekete hiç hayrı dokunmayan birinin önerisiyle ki, tarih, bir gün onu da yargılayacak ölmezse eğer; bir saray yapılıyor. Hem de, vatandaşın 224 Milyon TL' si ile.
Bu saray merakını Ahlat ile sınırlı sanma. Beştepe'de saray, Marmaris 'de saray,Ahlat da saray diye devam ediyor vatandaşın kesesinden.
Bu arada, vatandaş, zamlardan inim inim inlerken yapılıyor bu harcamalar.
Uçaklar, araç konvoylarını hiç saymıyorum.
Bu saraylar yetmemiş olacak ki, 9 bakanın olur da, Ahlat ' a yolu düşer diye 83 bin 499 metrekareye, hem de tarım arazisine, hem de AYM' nin kıyı koruma kanununu ihlal ediyor diyerek durdurduğu ama hiç şaşırmadığımız, oraya buraya devir işlemleriyle, işi kılıfına uydurarak 9 lüks konut daha yapılıyor.
Memleketi tarumar etmeye and içmiş bir güruhla karşı karşıya olduğumuzu tarih yazacak ama kaybedilen hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Peki, bu inşaatı yapan kim?
Tabii ki, Erdoğan 'ın yakın çevresi olacaktı.
Gürsoy Yapı İnşaat Şirketi, son 10 yılda, 77 ihale alarak 540 Milyon 124 Bin TL. kazanç sağlamış.
5'li mi, 6' lı mı çete diyorlar ya!
Ben demiyorum, onlar tanımlıyor, maşallah, yiyen yiyene memleketi.
Ne demiştim yazımın başında?
Ahlat'ın kara taşı
Yandı bağrımın başı..
Bu kafayla gidersek, gözümüzün yaşını bırakın, dövünmekten dizlerimiz çürüyecek lakin, vakit çoook geç olacak.
Şu aklınızı başınıza toplayın artık ey vatandaş!
Bu peşkeş çekilen toprak da, paralar da bizim.
Ne zaman anlayacaksınız bunları, ne zaman?