25 Şubat 2020 Salı

#“İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.”
Bu sözler,ünlü roman ve öykü yazarı Sabahattin Ali'ye ait.
Bugün doğum günü büyük yazarın.
Edebiyat dünyasına yaşanmışlık dolu sözler bırakan yazarın şarkılara dönüşmüş şiirleri desem,aklımıza ilk gelen
'Aldırma Gönül Aldırma' olacaktır.
-Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Hepimizin ezbere bildiği ünlü şarkı.
Hepsi bu değil elbette.Gençlik yıllarımızda,protest yanımızı sergilediğimiz,konserlerde bağıra çağıra söylediğimiz şarkıları da örnekleyeyim:
-Ben Sana Vurgunum ki; Nükhet Duru'nun sesinden nasıl da sevmiştik bu şarkıyı.
-Benim Meskenim,Dağlardır Dağlar diye az mı söyledik Sezen Aksu'yla birlikte?
-Ya
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi
diye başlayan şarkı,nasıl da tanıktır sevdalı yıllarımıza.
-Göklerde Kartal Gibiyim diyen Volkan Konak
-Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz diyen Zülfü Livaneli'nin,konserlerinde ne çok söylemiştim bu şarkıyı.
-Sinop cezaevinde yazdığı ve Ahmet Kaya'nın sesinden sevdiğimiz
-Dışarıda mevsim baharmış
Gezip dolaşanlar varmış
Günler su gibi akarmış
Geçmiyor günler geçmiyor şarkısı.....
41 yaşında gelen gizemli ölüm.
Ne kadar üretken bir yazar,ne kadar erken bir ölüm!
Sabahattin Ali,yaşasaydı,eminim,çok daha fazla eser bırakacaktı edebiyat dünyasına.
Kitaplarını soluksuz okuduğum yazarı doğum gününde anmak istedim,bir yandan şarkılara dönüşmüş şiirlerini mırıldanarak.
Nasıl başlamıştı yazım:
“İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.”
İşte,o sebebi ben taşıdığımı düşünüyorum.
Hayat,yalnızca karnını doyurmak,sevmek,sevişmek üzerine kurulu değildir ki;
Hep daha fazlası olmalı.
Varsak bu dünyada,bir gerekçeli karara dayanıyordur değil mi?
Ötesinde,boşuna gelmiş olmaz mıyız?
Sabahattin Ali'ye saygıyla..... ❤️

24 Şubat 2020 Pazartesi

#Liyakat....
İran'da deprem oldu,Van'da 9 insan öldü.
Van- Başkale- Özpınar Köyü'nde,kadın çamaşır asmaya dışarı çıkıyor,İran'da deprem oluyor,eşi ve dört çocuğu ölüyor.
Sizce,normal mi bu?
Nasıl bir evde yaşıyor bu insanlar da,5.9'luk bir depremde uygar dünyanın evinde, vazosu bile düşmüyorken,bizim evler yıkılıyor?
Başka bir yerde hapşırıyorlar,biz nezle oluyoruz;durum bu!
Peki;nedir bu liyakat?
Bu ülkenin çivisi,uzun yıllar önce çıkmıştı zaten.'Benim memurum işini bilir,hamili kart yakinimdir,hısım,akraba,eş,dost boşta kalmasın diye diye kadroları doldurursanız,başınıza bunlar gelecekti zaten.
Zemin etüdü yapılmadan,denetim olmadan ,betondan,demirden çalan,iş bilmeyen mimar,inşaat mühendisi,müteahhit,ruhsat veren belediye,elektrik,suyu bağlayan birimler....
Aklınıza kim geliyorsa,bu yıkımlardan sorumludur.
Peki,liyakat dediğimiz şey uygulansaydı,yani;adama iş yaratmak yerine,işe uygun adam gelseydi o işe,bunlar yaşanır mıydı?
Bunu,her meslekte,her yaşanan olumsuzlukta düşünmelisiniz.
Meclise gönderdiğimiz milletvekilleri örneğin....
Gerçekten de,sizin seçiminize uygun projeler,çözümler üretip,meclis kürsüsünde dillendiriyorlar mı sorunlarınızı?
600 milletvekilinin çoğunu kürsüde göremezsiniz.
Kulağının üstüne yatıp,milletvekilliği ki;böyle bir meslek icat ettiler,bizim paramızla maaş alıp,oturuyorlar.
Seçmen,seçim yapmayı bilmiyor.
Sorgulamayan,eleştirmeyen,değerlendirmeyen seçmenden daha iyi bir sonuç çıkmaz bu ülkede.
Kalıbının adamı olmak diye bir tabir var.
Nedir bu tabir?
Üstünüzde taşıdığınız elbisenin içini dolduracaksınız.Yani;konuşmanız,üslubunuz,fikir yürütmeniz,iletişim kurma beceriniz ve sorunları çözme yeteneğiniz, sizi o koltukta hak ettiğiniz yerde oturtacak ama ya değilseniz....
İşte,liyakat dediğimiz şey,tam da burda devreye giriyor.
İşlerim nedeniyle hemen her makama girerim.Beni karşılayan müdür,amir,memur,öteki,beriki hiç fark etmez,beni karşılamasıyla başlar ,o makama liyakatla mı gelmiş,parti,hısım,akraba kanalıyla mı hemen anlaşılır.
Koltukta oturuşu,beden dilini kullanması ve konuşmaya başlamasıyla da netleşir durumu.
Mevlana'nın çok sevdiğim bir sözüdür:
' Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok
Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!'
Elbisenin içini doldurmayan insanlardan yıldım desem yeridir.
Nezaket yok,üslup yok,saygı yok;' bu koltuğa nasıl gelmiş bu adam ' sorusunu sordurmak var ama.
Herkesin,bir üst makamı yok mu bu ülkede? Birileri,birilerini neden denetlemiyor?
Belki,işini iyi yapmayan,sırnaşık,haddini bilmeyen o koltukta oturmaması gereken insanlar var?
Her şey,böyle mi gidecek artık?
Herkes,birbirine göz yumacak,işler akışında gidecek ama doğru ama yanlış öyle mi?
' İnsan,insanla çoğalır ' inancındayım her zaman ama bazen,öyle insanlarla karşılaşıyorum ki,beni eksiltiyorlar.
Razı değilim,bu insanların o makamlarda oturup,o maaşları almasına.
Liyakat istiyorum!

23 Şubat 2020 Pazar

#Bugün pazar....
Yağmur, soğuk, güneş yok, tam da motivasyonu düşürecek etmenler.
Atölyemdeyim, çalışmaya başladım ama önce, bizim kumru yavrularını kontrol ettim.
Annesi, yavrulara uçmayı öğretiyor dünden bu yana.
Yavrular yoruluyor, gelip çiçek saksısının içinde mola veriyor, sonra yine uçuyor.
İzlemek keyifli ama iş de beklemez elbette.
Müzik eşliğinde pazar kahvaltım vazgeçilmezim.
Üstüne de kahvem....
Bu sabah, babamı anarak kahvaltımı yaptım.
Çünkü ; sofrada yumurtalı incir kavurması vardı.
Bir çoğuna, incir ve yumurta bileşimi tuhaf gelebilir ama tat, bizim ana memleket, Darende'ye özgü bir tattır.
Tatmayan bilemez bu lezzeti. 🙂
İster kuru isterseniz reçeli olsun, tabii, bulabilirseniz saf tereyağında, kesilmiş incirleri kavuruyor, üstüne yumurta kırıp, karıştırıyorsunuz.
Sıcacık ekmekle kahvaltıya çeşit katıyorsunuz.
Deneyin bence.😉
Babam, bu lezzeti çok severdi ve Anacığım, nurlarda uyusun, hep yapardı.
Bir de, yine Darende'ye özgü Düğürcek Çorbası vardı ki....
Onu da anlatmayayım...
Her sabah, illaki, soframızda olan, çok besleyici, çok lezzetli çorbadır, Düğürcek Çorbası.
Bu tatları unuttuk elbette.Kalabalık aile sofralarında yaşanan her şey gibi.
Şimdi, kahvaltı yapıyoruz. Çorba yapmaya vakit de yok artık.
Belki, biraz da işin kolayına kaçmak var hayatımızda.
İşte, arada böyle yumurtalı incirle memleket havasını kokluyoruz.
Bu sayede Annemi, Babamı andım sevgiyle. ❤️
Gelenekçi yapımızı, değerlere saygıyı, hayatı önemsemeyi öğrendiğim geçmişim....
Nur içinde uyusun hepsi.
Yine yağmur başladı.
Sokaktan tek tük geçen, sanki yağmurdan koruyormuş gibi, boynunu içeri çeken insanları izliyorum.
Gençlerin elinde cep telefonu, yaşlıların elinde sigara var.
Geliniyle sürekli kavga ederek geçen ve dilencilik yapan, yaşlı kadın bugün geç kaldı nedense.
Herkesin, kendince dile getirdiği, getirmediği öyküsü var.
Haydi müzik çalsın , kahvem ve iş başı.
Yolunuz, bugün yalnızca sevgiye açılsın! ❤️
#Evden tam çıkıyordum, malum, bugün atölyem var, derslerim var, perdeyi aralayayım derken, bir de baktım ki, bizim torunlar yuvadan inmiş.
Balkon kapısının üstünü mesken tutan Kumru 'nun yavruları bunlar. Yumurtaların döllenme zamanı farklı, yavrunun biri daha büyük.
Kumru ve iki yavrusunu izledim uzun süre.
Tüyleri daha yeni çıkmış, acemi uçmaya henüz kalkışmayın, balkon demirinin üstünde bir sağa, bir sola yürüyen yavrular....
Arada bir de, bitlerini temizliyorlar elbette.
Anne, pek de demokratik davranmıyor yavrularına. Eşitlik ilkesini, özümsememiş anlaşılan. 😉
Uçuyor, ağzının içine börtü böceği topluyor, önce küçük yavruyu beslemesi gerekirken ki; yavru daha küçük ve daha dayanıksız ;önce büyük yavruyu besliyor.
Bunun nedeni, küçük olanın kaybedilmesi riski daha büyük olabilir mi?
Dirençli olanın şansı yüksek hayata karşı diye.
Bilirsiniz; kediler, yavruladıkları zaman, sağlam yavruları taşır, hasta yavruları ölmeye bırakır.
Deneyimlerimden biliyorum. 😉
Hayat, böyle bir şey.
Birileri doğuyor, birileri tutunma çabasına giriyor, birileri de vazgeçiyor.
Ayazlı soğuklarda, buz gibi havada bile yumurtalarını hiç bırakmadan, ısrarla yavrularını koruyan bir Kumru kuşunu izledim haftalarca balkonun kapısının üstünde.
Bazen, hiç hareket etmiyordu, öldü sanıyordum, yumurtaları soğuyacak diye endişeleniyordum ama her keresinde bir kanat oynatımını gördüğümde 'Çok şükür ölmemiş' diye seviniyordum.
Keşke hayat, kuşların dünyası gibi küçük mutluluklarla yaşansa ama nerde.....
Haberlere bakmaya korkuyorum artık, ya şehit haberi gelecek ya da bir kadın cinayeti daha diye.
Yazacak şey çok ama kuşların mutluluğuyla teselli bulalım bugün. ❤️

21 Şubat 2020 Cuma

#HEKİMOĞLU dizisini izliyor musunuz?
Memleket yanıyor,her gün İdlib'den şehitlerimiz geliyor,intihar vak'aları giderek endişe verici hal alıyor;halk yoksul,çaresiz kendini yakıyor,balkondan atlıyor,canına kıyıyor,ne dizisi Allah Aşkına değil mi?
Doktor House dizisinin,ülkemizde uyarlanmış hali bir dizi Hekimoğlu.
Enfeksiyon Hastalıkları uzmanı,sıradışı bir doktorun,üç kişilik ekibiyle yaptığı tanılamayı anlatan,hastanede geçen bir dizi.
Diziyi,izliyorum,verdiği mesajları da doğru buluyorum.
Koronavirüsü,organ bağışı,yüksek tansiyon gibi konulara değinen,arka planda,afişlerle kamusal mesajlar ileten,başarılı bir çalışma bana göre.
Tıp bilgisini ve hastalık tanılamayı dizilerden değil,gerçek doktorlara giderek öğreneceğiz elbette.
Dizi bu,hayatın her yanını anlatırken,mesaj da veriyor bizlere.
Buraya kadar her şey normal elbette.
Peki,normal olmayan ne?
Dizide,reprezant,yani,ilaç mümessili bir kadın,asıl doktor Ateş Hekimoğlu'na ulaşmak için ekibindeki bir doktorla ilişkiye giriyor,bir otel odasında.
CHP'nin Ordu Milletvekili Dr. Mustafa Adıgüzel,memlekette her iş bitmiş gibi,işi gücü bırakmış,kendisi de doktor ya!
İlaç mümessili kadından yola çıkarak ,hem mümessilleri hem de kadınları rencide ettiğini söyleyerek RTÜK'ü göreve çağırmış hem de,TBMM'ni meşgul etmiş böyle bir konuyla.
Şimdi....
-Tıbbi mümessillerin,bir doktorla,otel odasında sevişmesi mi yanlış?
Bir doktorla değil de,başka biriyle otele değil de, evine gitseydi,daha doğru bir iş mi yapmış olacaktı?
Doktor olunca mı,ahlaki çöküntü oldu?
Tek mekan,otel olması mı,ev kesmez miydi?
-Bir doktoru kendine kullanarak ,başka bir doktora ulaşması mı yanlış?
-Tıbbi mümessiller,asla ve kat'a sevişmek başta olmak üzere,böyle ahlaksızca işleri hiç yapmaz mı?
-Burda,tüm kadınlar ve tüm tıbbi mümessiller aynı şeyi yapar sonucu çıkar mı?
Alt tarafı bir dizi ve biliyoruz ki,dizideki yaşananlar,hayatın gerçekleri.
Bir kadın ve bir erkek,otelde buluşabilir,ne sakıncası var?
Burda,ahlaki değeri mi arayacağız?
Hani,her ikisinden biri evlidir ve buna karşı çıkarsınız ki;bu da özel yaşama girer.
Zorla mı ,kadını otele attı bu doktor?
Herkes razıysa,sorun nerde?
Kaldı ki;hepimiz bir şekilde,işimizi yaptırmak için birilerinin kapısını çalmıyor muyuz çabucak olsun diye?
Sanki,bunları hiç yapmıyoruz da,ahlak timsaliyiz hepimiz.
Koskoca mecliste,konuştuğu konu bu mu olmalı bu vekilin?
Bir doktor olarak,sahte balın,pekmezin,peynirin satışına onay veren bakanlığı gündeme getir;
İşsizlikten intihar eden babaları,öldürülen kadınları,tecavüze uğrayan çocukları,şehitleri dile getirsene de,Hekimoğlu dizisinde,reprezant kadın,doktorla bir otel odasında sevişmiş de,bunun ahlaki sorgulamasını yapıyor.
Sana ne?
Hayatın doğal akışında olması gerekenler yaşanıyor,sana ne?
Hani,bunu başka bir partili yapsa,takılmayacağım ama bir doktor,hem de CHP'li olması,canımı sıktı doğrusu.
Diziye,bizler takılırız ama meclise gönderdiğimiz bir vekil,böyle işlerle uğraşmaz.
Siz siz olun,otele gitmeyin,bir doktora bulaşmayın,sevişmeyin!
Bu konuşmadan,bu çıkıyor!
Memleketin çivisi çıkmış,biz nelerle uğraşıyoruz!

20 Şubat 2020 Perşembe

#İki gündür okuduğum, izlediğim her şeyden içim daraldı.
Hangi birini konu etsem bilemedim.
Önüne almış altın yaldızlı bir kadeh, üstündeki kıyafetlerin maddi değeriyle kaç aile geçinir Allah bilir; bir okul okumuş ama bitirmiş mi belli olmayan ordinaryus kadın, tasarruf konusunda akıl veriyor bize!
Bitmedi....
Sahte bal, pekmez ve peynir üretildiğini açıklayan, satışını yasaklayan ama stoklar bitene kadar satışına izin veren bakanlığın açıklamasını okuyunca!
Bitmedi...
Yine İdlib, yine şehitler....
Bitmedi......
ATATÜRK HAVAALANI'nın başındaki ATATÜRK kaldırıldı ya!
Bitmedi.....
Ya sabır çekip, biraz sanatla uğraşayım da, bu zırvalamalardan uzaklaşayım dedim ve heykel çalıştım bir süre.
Biraz molada bir reklam gördüm ve
yüzümde gülümseme, gözlerim buğulu, çakılı kaldım bir süre ekran karşısında.
Neydi bu reklam?
İsmini vermeyeceğim bir site reklamıydı.
Bir aile....
Anne - Baba - Kız Evlat.
Kız, okuyacak ama para yok.
Baba, çok kıymetli arabasını satıyor.
Kız okuyor, iş yaşamına başlıyor ve illa ki, aile bağları....
Bayramlarda, özel günlerde aile olmak önemlidir.
Yok öyle, tatile kaçmak!
Kız, zile basıyor, mutlu anne baba ama asıl yaşanan hoşluk, babasının sattığı arabanın kapının önünde olması.
İçinde, aile bağları, vefa, duygu, ince fikirli bir evlat yetiştirmenin haklı gururu ve duygularımızı esir alan o reklam....
Kim planladıysa, tam on ikiden vurmuş.
Bize, böyle aileler, böyle iyi yetişmiş evlatlar gerek.
Yazımın girişinde yer alanları da birileri yetiştirdi mutlaka ama oksijen israfı yaratmaktan daha iyisini yapamamışlar belli ki.
Bir gece ansızın gelebilirsiniz de, sizi neyin beklediğini bilerek mi geliyorsunuz acaba?
İnsanların hayatı, sizin oyuncağınız mı ?

19 Şubat 2020 Çarşamba

#Üniversitede okurken,hocam Tankut Bey ki;rahmet diliyorum,derse girdi ve şu konuşmayı yaptı bizlere:
'Çocuklar,insanları tanımak zordur.Mesleğinizin gereği,karşınızdaki insanı saniyelerle tarayacak,kıyafetinin altındaki kasları görecek,anatomik yapısını tanımlayacak ,sonrasında isterseniz ruhunu okuyacaksınız.'
Sonraki süreçte,karşıma kim gelirse gelsin,bedeninin anatomisine baktım önce,sonrasında da omurgalı duruşuna.
Şu omurga,nasıl bir şeyse,dik durmayı sağlıyordu ama bir çoklarının da eğilip,bükülmesine yarıyordu.
Bazı kurumlar var,ne işe yarıyor belli değil.Bu ülkenin bazı insanları da,neden bu kurumların karşısında eğiliyor,cidden anlamıyorum?
Diyanet İşler Başkanlığı örneğin....
Diyanet,başkanlıktan çıktı,bakanlık oldu nerdeyse ve kuruluş amacıyla şu andaki durumuna baktığımızda bu işte bir yanlışlık yok mu,sizce de?
1 Milyonluk Mersedes'e binen bir Diyanet İşleri Başkanı olur mu?
Saltanat sürüyorlar, lüks içinde yaşıyor bu kurumun başındaki şahıs.
Sözüm ona din işleri de,ne yapıyor bu kurum?
11.5 Milyar TL ne demek? Ne yapıyor bu imamlar,hacı hoca takımı?
Camilerde,yatılı yatısız kuran kurslarında,dini vakıf ve derneklerde çocukların başına gelenler ortadayken,ne işe yarıyor bu kurum?
Siz hiç,Diyanet İşleri Başkanının,kendi sorumluluğu altındaki bu yerlerde,tecavüze uğrayan çocuklar için yaptığı bir açıklamayı duydunuz mu?
Bu kurum değil mi ki;' Bir babanın,kendi öz kızına şehvet duyması normal 'diyecek kadar ahlaki çöküntüye uğrayan?
Peki,ne yapmış bu kurumun başındaki lüks içinde yaşayıp,saltanat kayığından inmeyen şahıs?
Vatandaşa akıl vermiş: 'Ucuz beslenmek istiyorsanız,pazara akşam saatlerinde gidin,meyveyi-sebzeyi daha ucuza alırsınız.Sabırlı olun!!
8 Bakanlıktan fazla bütçesi olan ve kafayı yalnızca dini,uygar dünyaya uyarlamak olan bir din başkanlığı ,bir bakanlık gibi memlekete ayar vermeye kalkıyor.
Ben,pazartesi günleri semt pazarına giderim.İşim nedeniyle biraz da geç kalırım.
Kadınları görmeniz gerek o pazarda.Çürümüş domatesleri toplayan,pörsümüş sebzeleri ucuza almaya kalkan,çoluk çocuğuna muz almayı bırakın elma,portakal alamayan,pazar arabasının yarısı boş,ne kadınlar görüyorum bu pazarda.
Hiç utanmıyorlar,pişkince böyle konuşuyorlar ya!
Bu Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalıdır!
Memlekete,hiçbir hayırları yok!
Kapatılırsa,hiç değilse,bu şahsın altındaki 1 Milyonluk Mersedes satılır da,yüzlerce ailenin kursağından pazar parası geçer.
Bu kadar pişkinliğe de PES diyorum!

18 Şubat 2020 Salı

#GEZİ PARKI..... ❤️
Öğrencilik yıllarımın en keyifli yanlarından biri olan,nefes alanım.
Çoğu İstanbullu,Gezi Parkının yerini bile bilmiyor emin olun.
2013 yılında yaşanan o vahim olaylar.....
Ölen Berkin Elvan,Ali İsmail Korkmaz,Ethem Sarısülük,Mehmet Ayvalıtaş ve diğerleri....
Polis kurşunuyla ölen çocuk Berkin,fırıncının ve gözü dönmüşlerin kürek darbeleriyle öldürülen Ali İsmail ....
Ali İsmail'e tekme atarken ayağı incinen o rezil polis,o fırıncı ve kızı,Berkin'e .Ethem'e silah sıkan o polisler nerdeler şimdi?
Peki,ya gözünü kaybeden,yaralanan onlarca insan....
Neydi sorun Gezi'de?
Topçu Kışlası özlemiyle yanıp tutuşan ve bir avuç kalmış İstanbul yeşiline kıymaya kalkanlara karşı yapılan bir toplumsal başkaldırıydı; Gezi parkı.
İçinizde,Gezi Parkında soluklananlar da çoktur benim gibi.
İstanbul'un en özel yerlerinden biridir ve her İstanbul yolculuğumda mutlaka banklarında oturduğum,gecesi bir ayrı,gündüzü bir ayrı güzellikte İstiklâl'i izlediğim;kuşların en özgür alanı,ağaçların en yeşil mekanı Gezi Parkı.....
Gezi Parkında,öyle çok anım var ki,yazsam kalınca bir kitap olur.
Son gidişimde örneğin,parkta ,Gezi Parkı olaylarında insanları otele alan bir gençle tanışmıştım;Yoldan geçen bir çaycıdan kağıt bardaklarda sıcacık çay almıştık ve uzun uzun Gezi Parkını konuşmuştuk.
Neler anlatmıştı bana neler !
Çok keyifli bir sohbetti,Gezi parkında yaşanan onca kötücül olaylara rağmen.
Genç arkadaş anlatmıştı,ben bazen gülümseyerek,bazen hüzünlenerek dinlemiştim olayların akışını.
GEZİ,bir direnişti;
GEZİ,artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının işaretiydi.
GEZİ,biber gazına,TOMA'lara,coplara,şiddete karşı bir hareketti.
Ne camide içki içilmişti,ne ayakkabılarla girilmişti ne de Kabataş'da,deri giysili,üstü çıplak,elleri deri eldivenli erkekler,o yalancı ve fantezi meraklısı gelinin üstüne işemişti.
Köpeği biber gazından korumaya kalkan o insan,elinde gitarıyla TOMA'nın önünde şarkı söyleyen,o yürekli genç...
Hiç unutulur mu?
Sarıldıkları her şey yalandı ama gencecik insanlara,çocuklara kıyılmıştı;Bu gerçekti.
Gezi'de,'Birkaç ağaç 'diyerek dalga geçtikleri park,depremde sığındıkları tek alan oldu Taksim' de!
Halkın gücünün karşısında hiçbir iktidar kalamaz!
Bu ülke,ne kırmızılı kadını unutacak,ne Duran Adam'ın ince zeka ürünü protestosunu,ne de ölenleri !
Ağır bir bedel ödettiler ülkeye ama bakın,bugün Gezi Parkı olayı nasıl da yön değiştirdi.
Yalnızca o ağaçların değil,kıydığınız her canın bedelini ödemenizi diliyorum.
Gezi Parkı olaylarında,İstanbul'dan çok uzaktaydım ama kalbim hep orda attı.
Ama eğer o süreçte İstanbul'da olsaydım,ben de o parkta olacaktım.
Hep destek,tam destek benim için o park!
GEZİ PARKI.....
Son gittiğimde dinlediğim saksafonun sesi,kulaklarımdan hiç gitmedi.
İstanbul'a,ilk fırsatta yine gideceğim ve yine Gezi Parkında,soluklanacağım,yine insanları,ışıl ışıl İstiklâl'i izleyeceğim.
Bilmem ki,o saksafoncu hala yerinde duruyor mu?
İstanbul Aşktır! ❤️
Gezi parkı,nefes alanı'm! 🙂

16 Şubat 2020 Pazar

#Kızım için iyi dileklerde bulunan,güzel sözcüklere döken,yanımızda olan başta ailem olmak üzere,kızımın arkadaşlarına,dostlarıma;sosyal medyadan tanıdığım , henüz karşılaşmadığım ama aramızda her zaman bir gönül köprüsü
olduğuna inandığım hepinize sonsuz teşekkürlerimle.❤️

15 Şubat 2020 Cumartesi

#En güzel ve en iyi yazdığım ÖYKÜ 'm. ❤️
#Kızıma.... ❤️
En çok ÖYKÜ'leri severim ben.
Her insanın bir öyküsü var diye okurum insanları.
Benim ÖYKÜ'm de kızımla başladı; devam ediyor.
Kadının hayatı, çeşitli evrelere ayrılıyor.
İnsan, gençlik yıllarında başka bir gözle bakıyor dünyaya, anne olduğunda başka bir gözle.
Benim dünyam, kızımla başka bir döneme girdi.
Anne olmak, ağır bir sorumluluk. Bütün hayatınız, daha içinizde büyütürken değişiyor.
Kucağıma aldığım gün, dün gibi ama aradan yıllar geçti,kızım ,artık ayakları üstünde duran, üreten, çalışan, ne istediğimi bilen bir genç kız oldu.
Kızım, elbette gururum ve ben kendimi çok şanslı bir anne olarak görüyorum.
Uzun bir yolculuktu bizimkisi kızımla.
İçinde her duyguyu barındıran ÖYKÜ'ler yazdık birlikte.
Eğlenceli,keyifli,hüzünlü,mutlu ama başrolde her zaman ikimiz vardık.
Evladının kokusu,varlığı bir annenin en büyük hazinesidir.
Canı sağolsun,sağlığı yerinde olsun,hiçbir şeyin önemi yoktur benim için.
Kızım.....
Kalbimin diğer yarısı,gözümden sakındığım yavrum!
Ömrümden ömrüne bir geçiş şansı olsaydı,hepsi senin olurdu.
Bu kadar önemlisin benim dünyamda.
Beni hiç üzmeyen,her zaman saygılı,aklı başında bir evladım olduğu için kendimi çok şanslı buluyor.
Tanrı,herkese benim kızım gibi bir evlat versin diliyorum.
Kızımı uyurken çizmek, en keyif aldığım yanımdı.Yumuk yumuk elleri,minicik parmakları,öylesine yumuşacık öylesine pamuk gibi bembeyaz.
Zaten,teyzesinin Karbeyazı'ydı kızım.
Eminim,bir yerlerden ÖYKÜ'nün meleği olarak izliyor,koruyor,seviyor Karbeyazını.
15 Şubat,benim hayatımın dönüm noktası oldu bir kadın olarak.
Ben büyüdüm,kızım büyüdü.
Anacığım,Anam,nurlarda uyusun.Onlar vardı,ben vardım;ben vardım,kızım var!
Hayatıma anlam katan kızım;
İyi ki doğdun,iyi ki varsın yavrum! ❤️

14 Şubat 2020 Cuma

#Sevgililer Günü...❤️
Yine ve her zamanki gibi Kapitalizmin dayatması;Tüketim sektörünün uydurduğu bir gün;Ne yani,sevgilimizi,tek bir gün mü sevgiye boğacağız' sözlerinin gelgitinde,yine bir Sevgililer Günü daha...
Muhabir soruyor:Eşinize,en son ne aldınız Sevgililer Gününde?
'Ben,tarlama atacağım on torba gübreyi nasıl atacağımı düşünüyorum,ne Sevgililer Günü?'
-Sevgililer Gününü kutlamayın,gidip bir çocuğa mont alın o paraya.
Haklı mı?
Hayır elbette.
Bir yandan sevgilinizi mutlu edip,ilişkiyi beslerken,bir yandan gidip yine o montu alın,ne sakıncası var?
Herkesin,kendince haklı nedenleri var mutlaka ama neden bu kadar karşı çıkış,onu da ben hiç anlamıyorum?
Evet!
Sektör hareketleniyor böyle günlerde.
Şöyle düşünün;Sevgililer Günü,yalnızca kadına hediye alınacak bir gün değil,her iki cinsin,kadının ve erkeğin birbirine özenme günü.
İlla ki,tek taş,pırlantalar,pahalı hediyeler değil ki,bu günün anlamı.
İçinde sevgi varsa,Aşk varsa,tutku varsa her iki insanın arasında,hediye almanın gerekliliği yok ama illa ki alacaksanız da,kaç kişiye yardımcı olacaksınız biliyor musunuz?
Tek bir gülden yola çıkalım:Üreten,bakımını yapan,mezatlara taşıyan ve satan kaç kişi tek bir gülden ekmek yiyor sizce?
Bunu,diğer sektörlere de yayabiliriz.
Bir eşarp,bir koku,bir aksesuar.....
Almanızda ne sakınca var?
Sevgililer Gününe karşı çıkanlar,ya gerçek AŞK' la hiç tanışmamıştır,ya da heyecanı bitmiştir emin olun.
Oysa,ne güzel bir duygudur sevmek! 
Biri için,kalbinizin farklı çarpması,yüzünüzde zamansız beliren gülümsemeler,gözlerinizdeki ışık bile değişiyor aşık olduğunuzda.
Bunları yaşamak ne güzel değil mi?
Keşke,tüm dünyada hayat sevgiyle başlasa.Hırs,çıkar,egoizm hiç yaşanmasa da,insanlar birbirini daha iyi anlamaya çalışsa.
Yazılmış bütün şarkılar AŞK'ı anlatır.
Kavuşmak mümkün olmamıştır çoğunda.
Zaten,kavuşmak olursa AŞK OLMAZ derler ya!
Ama yaşamak gerek,kavuşmak da.
Neden mi?
İnsanların çoğunda pişmanlık sözcükleri vardır.
O 'Keşke ' var ya o 'Keşke'!
Vaktinde söylenmemiş duygular,ertelenmiş sözcükler,sizin ' Keşkelerinizdir'
Yaşamalı,tüketmeli duyguları.
Ya da,besleyerek,heyecanı hep diri tutarak yaşamak....
Sizin becerinize kalmış. 
-Her Şey Seninle Güzel' şarkısını söyleyin başlangıçta,finalini de ' Ben Varım' şarkısıyla bitirin.
Tek Taşa hiç gerek yok.
Bu yeter,sevginizi anlatmaya.
Kıymetini bilmeyen biri olursa da duygularınızın;Kaçın o ilişkiden. 
Bir gün için,tüketim sektörünü bırakın,tarlaya atılacak gübreyi düşünmeyin ki;nasıl olsa düşünseniz de işiniz zor, 
bir gün kendinizi bırakın hayatın akışına.
Sevdiğiniz varsa sarılın,sevgi sözcüklerine boğun ne olmuş?
Siz mutlu,karşıdaki mutlu! ❤️
Aziz Valentine zamanında kapitalizm mi vardı?
AŞK vardı AŞK! 😍

13 Şubat 2020 Perşembe

#Memleket,öyle zıvanadan çıktı ki,nereye baksanız bir arıza var karşımızda.
Artık,yaşadığım bölge de dahil,iş başındaki her kim olursa olsun,bir şeyleri düzelteceğine inanmıyorum.
Sürgit devam edecek gibi de görünüyor.
İnsan sağlığına zararlı sucuk üretmekten dolayı hapis cezası alan ve meslekten 3 ay men edilen Osman Selçuk Aldemir denen şahsın,Cumhurbaşkanı tarafından Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü olarak atandığını okuyunca,siz ne düşünürsünüz?
Üstelik,aynı dönemde Kafkas Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nde ders vermiş bu kişi.
Öğrencilere ne anlattı acaba?
'Koli basili bakterisiyle sucuk nasıl üretilir?'
Kulağınıza nasıl geldi bu tanım?
Çoluk çocuğunuza yedirdiniz değil mi,bu kişinin ürettiği sucuklardan?
Bitmedi.....
Bir tarım bakanı var,bu ülkede.....
Tanrı,bizi neyle sınıyor cidden anlamak mümkün değil.
Bu bakan,bozulmuş dönerlerin çamaşır suyuyla yeniden işleme sokulduğunu söyleyenlere bir deney yapmış:
Makamında,tavukları çamaşır suyuna batırmış,bakmış ki,hiç renk değişimi yok.
O halde,bu haber yalanmış!
İnsanı, yemekten içmekten tiksindirdiler artık.
Nereye el atsanız bir pespayelik,bir dolandırıcılık ,bir rezillik var.
Bu hükümet,ne zaman başı sıkışsa İş Bankası Hisselerine sarılıyor.
Olmayacağını bile bile gündemi saptırıyorlar.
ATATÜRK' ün mirası o.
Miras bırakılan bu hisseleri,canınız istedi diye alamazsınız.
Araya başka konuları kaynatırlar,unutulur,bir süre sonra yeniden ısıtırlar.
Tıpkı,Kanal İstanbul gibi.
Bir vatandaşın,iki yüzlü röportajı dönüyor sosyal medyada.
Kanal İstanbul'un kıyılarından alınan arsalar konu ediliyor.
Tam bir kara mizah örneği.
Bu adam,haberlerden başlayarak, her kanalda kendini düşürdüğü durumu görünce ne hissediyor merak ediyorum?
'Bir insan,kendini bu kadar nasıl rezil edebilir' diyeceğim ama alıştık bunlara.
Böyle seçmenlerin olduğu ülkemizde.koli basiliyle üretilmiş sucukları kakalayan birinin rektör olarak atanmasına niye şaşıralım ki?
Makamında tavuk etini çamaşır suyuna batırıp,dünyadan bi'haber bakanı neden dinliyorsak?
İnsanlar,çaresizlikten kendini yakıyor.
Gerçi,şov yapıyorlardır!
Açlıktan kim ölmüş ki,bunlar da ölsün?
Eğer,insanlar açlıktan ölseydi,Afrika ülkelerinde insan kalmazdı.
Hay sizin aklınıza......
#'Kör olasın demiyorum
Kör olma da
Gör beni'
Hasan Hüseyin 'in şiirinden bir alıntı bu.
Hani, sosyal medyada,' geceye bir not bırakın 'diye sayfalar açılır ya!
Ne de güzel bir şiirdir bu.
Bir süredir dilime dolanıyordu.
Belki de, gözümüzün önünden geçen hayatlara bir serzeniştir; kim bilir?
Girizgah tamam da....
Yahu!
Bu nasıl bir hava?
Donmak fiilinin bütün çekim hallerini bireysel olarak yaşıyorum. 😉
Bir daha' Çukurova' da kış mı olur; onlar, sıcaktan güneşe ateş eden insanlar ' diyen olursa, yeminle ağzına terlikle vuracağım. 😉
Eksi 5 nedir Allah Aşkına?
Bu, bize bir zulümdür.
Burası, Sibirya mı kardeşim?
Buzdan sarkıtların olduğu nerde görülmüş bölgede?
İnsanın, parmakları birbirini üşütür mü?
Hiçbir kıyafet, üstüste giyilmiş hiçbir kazak, ceket havanın soğuğunu kırmıyor.
Donuyoruz anlayacağınız!
Yok!
Kışları kaçacak sıcak bir ülke bulmalı.
Alışkın değiliz bu soğuklara.
Tanrı,evsizleri,bir çatısı, sıcak bir yatağı olmayan insanları korusun.
Sokakta kalan her canlı, sabaha sağ sağlim çıksın.
Kediler, köpekler, kuşlar....
Her canlıyı...
Mecburen sokaktaydım bugün. Ayazlı soğuk, bir ara öyle vurdu ki, elimdeki sıcak çayı hissetmedim bile.
Medline 'dan çıktım, metroya yürüyorum, o yol nasıl da zor geldi bana. Bir ara kaldırımda durdum, yürüyemiyorum soğuktan.
İçimden dedim ki: Şu ışınlanma icat edilse de, gözümü kapatıp açtığımda evimde olsam.
O kadar soğuk, anlayacağınız!
'Bir kedim bile yok' şarkısını söyleyecekler sıraya girip, bahaneler üretmeye çoktan başladı bile.
14 Şubat 'a saatler kaldı.
Nedir bu günden çektiğimiz?
Sevgi sözcüklerini bekleyen için de, söyleyecek için de sıkıntı. 😉
Hasan Hüseyin 'in şiirinde yazdığı gibi,
Şikayet edeceğinize, karşınıza çıkanlara kör gözlerle bakmayın, biraz cesur olun.
Hep, karşı mı sizi görecek, biraz da siz görün ve bu dizeleri söylemeyin. 😉
Şu cemre, nerde kaldı yahu!
Düşsün ki, güneş de insafa gelsin ve biz de:
-Doğ içimize
Isıt, yak bizi güneş
Şarkısını söyleyelim. 🙂
#Ülkemizde öyle tuhaf şeyler oluyor ki; akıl tutulması mı, cehalet mi ayrımını yapmak zor.
Konya'daki, kadına yönelik şiddet olayını biliyorsunuz.
19 yaşındaki Kadir Şeker, parkta dayak yiyen bir kadını görünce, 'Kadınlar şiddete uğruyorken herkes seyrediyor, kimse müdahale etmiyor' diyenlere kulak asmamış ve olaya müdahale etmiş.
Olay sırasında, şiddet uygulayan adamımsı şey ölmüş.
İşin tuhaflığı da burdan sonra başlıyor.
Kadın, darp raporu almış ama dayak yemediğini söylüyor ama bakın şunları da söylüyor :
Olay günü Özgür alkollüydü. Tartışıyorduk, beni dövmüyordu. Çok güzel günlerimiz oldu. 19 suç kaydı olması, bir insanı kötü yapmaz. Karı - koca arasında böyle şeyler olur. '
Tıp fakültesinde okumak için çalışan bir gencin geleceğini karart ve böyle bir açıklama yap!
Bu kadar da olmaz k!
Bu kadın, aslında çok şeyi hak ediyor inanın.
Zaten evliymiş ve üç de çocuğu olan bir anne üstelik.
Çocuklarını bırakıp, bu adama kaçmış.
Bu olaya her açıdan bakalım: Evli bir kadın üstelik de bir anne,nasıl bir duyguyla bırakın kocayı, evlatlarını bırakıp, 19 suçtan sabıkalı birine kaçar?
'Adamı iyileştirdiğini söylemiş'
Suçluları iyileştirmek, rehabilite etmek uzmanların işi. Hangi sıfatla bunu yaptığını ve başardığını düşündü acaba?
Parkta, neden dayak yiyordu bu başarının üstüne o zaman?
19 kez suç işlemek...
Bu kişinin topluma zararlı biri olması için kriteri ne acaba kadının,29,39.....suç ?
Ahmaklığın, rezilliğin, cehaletin geldiği nokta bu.
'Karı- koca arasında yaşanır' diyor da,eşler arasında bunlar yaşanmaz.
Evlilik, şiddetin yaşandığı bir birliktelik değildir.
Kaldı ki; resmi evli de değil, imam nikahını bir marifet sanıyor olmalı.
Şiddeti, öyle meşru görüyor ki, yediği dayakları olağan sanıyor.
Nerden tutsanız elimizde kalacak bir olay bu.
Kadir Şeker, aldırmadan geçip gitseydi, belki de o kadın şimdi ölmüştü ve ' Yine bir kadın cinayeti' başlığıyla haberlere konu olacaktı.
Yaşadığına şükredeceğine, utanmasa genci suçlayacak, öldürülmesine engel oldu diye.
Konya'daki bu olayı okuduğumda, aklıma ilk gelen, 'Neyse ki, yürekli biri çıkmış da, bir kadın öldürülmekten kurtuldu,aferin bu gence' olmuştu.
Hatta, bu kadının yaşadığına şükredip, kendini kurtaran gence teşekkür edeceğini sanmıştım ama kadının açıklamalarını okuyunca...
Yok!
'Bu memleket adam olmaz daha' dedim.
Böyle şeyleri okuduğunuzda, bir kadının sokağın ortasında şiddete uğradığını görseniz müdahale eder misiniz sizler?
Düşünürsünüz artık değil mi?
Bu kadının olaya tepkisi, bundan sonraki süreçte, belki başka kadınların öldürülmesine sessiz kalınmasını sağlayacak.
Hani, 'Allah, çocuklarına bağışlamış' diyeceğim ama çocuklarını terk eden ve bir gencin geleceğini çalan bu kadın hiçbir şeyi hak etmiyor.
Kadir Şeker'in bu olaydan aklanması ve yoluna devam etmesi gerekiyor.
Kim olsa, dayak yiyen bir kadına duyarsız kalmazdı.
' Bana ne 'diyerek yürüyüp gidebilirdi ama gitmedi.
Hiçbir iyilik cezasız kalmazmış.
İşte ,en iyi örneği de bu!

11 Şubat 2020 Salı

#Yine İdlib, yine 5 şehit!
Dün,atölyemi kapattım, semt pazarına gittim.
Şimdi diyeceksiniz ki;'Şehitlerimiz var, ne alaka semt pazarı?'
Hava, cidden inanılmayacak derecede soğuk değil, çok soğuk.
Pazar tezgahlarının çoğu açılmamıştı çünkü; don olayı yüzünden meyve-sebzelerin çoğu donmuştu.
Fiyatları derseniz.....
Öncelikle, alacak taze ürün bulmak çok zordu ama mevcut olanların da üstüne konan etiketlerle bir asgari ücretlinin bir haftalık besinini alması olanaksızdı.
Peki,nedir bu şehitlerle semt pazarı ilişkisi?
Pazarcılara baktım şöyle bir, çoğunun ayağındaki şalvar, bir zamanlar siyahmış ama rengi artık griye dönmüş; bazılarının üstünde incecik ceket, bu ayazlı soğukta değil satış yapmak, hareket dahi edemiyorsunuz ama ekmek parası elbette, mecburlar.
Bazılarının üstünde, kat kat giyilmiş, eskiliğini saklayan montlar, eşarplar....
Şeker hastası pazarcının karnı iyice şişmiş.'Doktora düzenli gidiyor musunuz' diyorum, 'Nerde' diyor ama oyunu AKP ' ye veriyormuş hala.
Oğlu da, belli ki aynı yoldan gidiyor.
O da, kontrolsüz şişmanlıyor.
Doktor yüzü görmeyen, yoksullukla ömür tüketen ve asla belini doğrultamayacak halkın bir kısmı bu insanlar.
Pazara gelen insanlara bakıyorum, çoğu fiyat soruyor, almadan gidiyor.
Bir tezgaha yaklaşıyorum, sarımsak alacağım, kilosu 30 TL.
Yanındaki kadın da alacak, satıcıya şunu söylüyor :Bire babam, bu ne? Sarımsak 30 TL olur mu? Biz, ne yiyip ne içeceğiz?Evde,çoluk çocuk yemek bekler. Hangisi aliim?
Patates ,soğanla yemek olur mu, et yok, tavuk yok. Ne yapak ? '
Tezgahta, biraz söylendim' Tamam da, hem şikayet ediyorsunuz hem de, bu düzenin devam etmesi için oyunuzu veriyorsunuz. Niye açım, niye muz gibi meyveleri çocuğuma alamıyorum, niye, ben böyle yoksulum ama diğerleri çok refah içinde yaşıyor diye sormuyorsunuz ve oyunuzu veriyorsunuz ', dedim;
Kadın,' he veriyorum valla, yalan yok ' dedi.
Şimdi, sorumu yineliyorum :
Şehitlerimizle, semt pazarının ne ilişkisi var?
İşte, yanıtı burda!
Yaşadıklarını sorgulamayan, kaderine razı gelen, kendisi yoklukla savaşırken, iktidar partisinde neler olup bittiğini okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan bu yüzde Elli, Suriye politikasını da, ülkenin geleceğini de belirliyor.
Yine İdlib' den gelen 5 şehit....
Peki, bu çocuklarımız, neden Suriye'de şehit oluyor?
Bizim, Suriye'de ne işimiz var?
Pazarcı, esnaf, tüketici, işçi, memur....
Ve sizler.....
Hiç düşünmeden oy veriyorsunuz.Oyunuz, kıymetli neden bunun farkında değilsiniz?
Sizin yüzünüzden geliyor bu şehitler, sizin kaderinize razı gelen tutumunuzdan.
Sizin, hiç canınız yanmamış belli ki.
21,23,25....
Ölen askerlerimizin yaşları.
Hayatının başında toprağın altına giren askerlerimiz!
O acı, henüz sizin evinize düşmedi ama böyle gitmeyecek.
Bu politikalar sürdüğü sürece, siz, bu insanları yönetici olarak seçtiğiniz sürece, şehitler gelmeye devam edecek; neden görmüyorsunuz?
Hep diyorum :
Üstüne toprak attığınız can, sizin canınız değilse anlamıyorsunuz yaşanan acıyı
İlla, kendinize gelmeniz için canınız mı yanmalı?
Açsın, yoksulsun, çözümü ortada, görmüyorsun.
Neden yahu, neden!
Gelen her şehit haberinde, içime bir sızı giriyor ve hep Annem gözümün önüne geliyor.
Yetmedi mi, ağlayan annelerin acısı, yetmedi mi?

10 Şubat 2020 Pazartesi

#İki Kadın....
Geçtiğimiz günlerde,iki erkeğin hakkında bir yazı yazmıştım.
İki kadın da,bu iki erkeğin eşi ve annesi.
'Bu toplum ,neden böyle,bunca başarısızlığa rağmen,bu hükümet neden yıpransa da hala seçimleri kazanıyor 'sorularının yanıtı da,bu iki kadın gibi düşünlerin fikrinin içinde saklı.
Adem Yarıcı....
Hatay'da,'Çocuklarım aç,yardım edin' diyerek çaresizlikten kendini yakan baba.
Bu babanın annesi,bir açıklama yapmış.Bakın,evladı kendini yakan bir anne ne demiş:
'Parasızlıktan, açlıktan çocuğum gitti, kendini yaktı. Boyacıydı. İş bulamadı. Üç çocuğu vardı. Ciğerim, Erdoğan'ım, seni alnından öperim yavrum. Daima başımızın üzerinde kalasın. Çok memnun oluruz eğer bize yardım edersen, Erdoğan'ım, yavrum.'
Bu annenin söylediklerini birkaç kere okudum,okudum......
Evladının boyacı olduğunu söylüyor.Bir mesleği var yani.Hiç düşünmüyor bu anne,çocuğu neden işsiz kaldı,neden çocuklarına ekmek götüremiyor ve bunların bir sorumlusu var mı diye!
Şükretmesi,dualar etmesi ve evladı ölmüş,geride kalan çocuklarına ne olacağını hiç düşünmemesi.....
Bu nasıl bir zihniyet Allah Aşkına?
Senin evladın,zaten işsiz kaldığı için kendini yaktı;çaresizdi yani.
Peki,bu işin bir sorumlusu yok mu sorgulayacağın,yargılayacağın?
Ama üstünde düşünmüyor bile.
Oğlu,kendini yakmış,çocukları babasız kalmış ama oğlunun işi olsaydı,çocuklarına bakacaktı ve bir anne olarak yardım dilenmeyecekti,yerini bulamayacağını bile düşünmeden.
İkinci kadın....
Ankara-Çubuk'ta,lise öğrencisi kızını öldüren babanın,bir de eşi var.
Kadın ve oğlu,ekranlarda konuşuyor,izliyorum.
Kadın,ısrarla 'Kocama katil demeyin,kocam katil değil,hastalığı yaptırdı bunu' diye konuştukça konuşuyor,
Yahu kadın!
Farkında mısın,senin kocan,doğurduğun kızını öldürdü.
Senin canın,sen doğurdun onu.
Katile,' Katil' denir ama sizin lügatınızda başka bir tanımı var belli ki!
Üstelik de,erkek arkadaşı da bir palavra.
Göreceksiniz,o bu işin altından başka bir şey çıkacak.
Umarız,ensest bir ilişkiye çıkmaz bu işin sonu?
Biliyorsunuz,toplum olarak cinnet halindeyiz artık.
Seksle kafayı bozmuş bir toplum var karşımızda.
İşi gücü bıraktık,cennette evin tapusunu veren din simsarlarını dinliyoruz.
Yetmedi mi artık,bu zırvalıklar?
Bu iki kadın toplumun kültürel,ekonomik,sosyal hayata bakışının yansıması.
Sorgulamak yok,' Neden' demek yok;'Bize bunlar reva mı'demek yok!
Bu nedenledir ki;hükümet,toplumun yapısına bakıyor ve iktidarda kalıyor.
Çünkü;güveniyor yönettiği insanın zayıf algısına.
Cehalet,bilgisizlik,eğitimsizlik,günü kurtarma çabası....
Bir zincirde,bir halka zayıf olursa,diğer halkalar da kırıla kırıla gelir.
Ön tekerin gittiği yol yol değil ama arka tekerin kaderini de bunlar belirliyor ne yazık ki!
Niye çekiyorsak bunları?

9 Şubat 2020 Pazar

#Bazen,sizin de yaptığınız bir şey, yüzünüzde gülümsemeye neden oluyor mu? 🙂
Cidden,çok yorucu bir gündü benim için.Vernik yapmaya başladım,kısa bir kahve molası verdim,sonrasında,yere oturdum ve vernik atmaya devam ediyordum ki,çok dalmışım işime,birden,kapıda bir kalabalık belirdi;benim çocuklar......
Yanlarına,arkadaşlarını da almışlar,bana uğradılar.
Her taraf da vernikli eşya dolu.
Kapıyı hafifçe araladım,çok içeri alamıyorum elbette çünkü,etraf boya,vernik ve kimyasallar dolu.Çocuklar için tehlikeli de bir durum var.
Sayfamı izleyenler bilir,geçen yıl,tam da bu zamanlarda,çingene çocuklarına puzzle seti almıştım ve onları atölyemde ağırlamıştım,birlikte puzzle yapmıştık.
Yani;Yap*Boz.
Bu çocukları,nerdeyse 1 yıldır görmüyordum ama üçünü tanıdım elbette.
Aramızda,şöyle bir diyalog geçti:
-Okul ne durumda,gidiyorsunuz değil mi?
-Valla,ben gidiyorum dedi ikisi.
Diğerleri aralı gidiyor belli ki,ya da hiç gitmiyor.
Bu çocukların okula gitmesi için denemedik yol bırakmadım ama konu bende bitmiyor ki,halledeyim.
Çocuklardan biri,
-Abla,hani sen bize arabaların olduğu şeyi vermiştin ya;işte,ben evde onu kaç kere yaptım.
Birden şaşırdım,Sahi mi? dedim,güldüm. 
Saklıyorlarmış meğer onlara verdiğim yap-bozları.
Çok hoşuma gitti ,çocukların gözündeki ışıltı.
Sonra,bir çocuk daha başını uzattı kapıdan ve
-Abla,hani sen bana bir dergi vermiştin ya!
İşte,o dergiyi hep saklıyorum.
Sözünü ettiği dergi de,benim Şekerbank'tan aldığım çocuk dergisi.
Biliyorsunuz,her sayıyı alıp,çocuklara dağıtıyorum.
Çocuklara dedim ki:
Önümüzdeki günlerde,derginin yeni sayısı gelecek.Atölyeme uğrayın,sizin için ayıracağım.
Dışarda hava buz gibi.Çocukların üstü öyle ince ki,bu soğukta hasta olacaklar ama çocuk işte,yerinde durmuyor ki.
İşin aslı,kalın giyinecek eşyaları da yok.Bu nedenle,bu ayazda,güneşin aydınlığına inat,evden çıkmışlar ama cidden hasta olurlar bu gidişle.
Tam uzaklaşıyorlar,birden,çocuklara şeker vermediğim aklıma geldi.Hepsini geri çağırdım,bir tabak akide şekerini tuttum.
Bu kez,geçen yıl yaptığım ayıbı yapmadım ama .
Evet!
Yine elleri çok kirliydi,üstleri de öyle ama bu onların suçu değildi ki.
İşin ucunda,yoksulluk vardı.
Bana teşekkür ettiler,gülümseyerek gittiler. 
Arkalarından baktım da,bazıları ne kadar talihsiz oluyor şu hayatta!
Kimine atlas yorgan,kimine bir çul veriyor!
Bu çocukları okutmanın bir yolunu bulmak gerekiyor.
Kader değil,yaşadıkları;
Yoksulluk!