31 Ocak 2019 Perşembe

#Sosyal Medya ve Algı.....
Mevlana'ya atfedilen çok sevdiğim bir sözdür;'Senin marifetin karşındakinin aklı nispetindedir.'
Ya da;'Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.'
Sosyal Medya,göz teması,beden dili,ses iletişimi olmadan,aslında,kendi yalnızlığımızda çoğalmaya çalıştığımız bir dünya.
Hepimizin sosyal medyayı kullanma amacı farklı.Ben örneğin; fotoğraf çeken,belki de hiç gidemeyeceğim yerleri gezen ve fotoğraflayarak bize sunan insanları izlemeyi seviyorum.
Sayfalarına baktığımda keyif alıyorum.
Bilmediğim tatları yapanları da seviyorum,tariflerini alıyorum ara ara.
Kendimce,dilim döndüğünce,az çok mürekkep yalamış biri olarak yazılar yazıyorum,gezdiğim yerleri fotoğraflıyorum,siyaseti eleştiriyorum,bazen başım belaya da giriyor ama bunları hiç önemsemiyorum ama önemsediğim şeyler de çok elbette.
Örneğin;yüz yüze gelmeyeceğimi bildiğim insanlarla yazı yoluyla dokunmayı seviyorum.
Onlar bana yazıyor,ben onlara.
Messenger denen şeyi de çok kullanıyorum ama beni tanıyanlar bilir,insanların sesini duymayı,onları aramayı,beni aramalarını seviyorum.
Hatır gütmektir bunun adı.
Mesaj yazıyorum bazen ve mesajların sonuna bu  ya da şu  emojiyi koyduğumda,espri yaptığımı ve ciddiye alınmaması gerektiğini anlatıyorum aslında ama çoğu zaman öyle bir sukutu hayale uğruyorum ki.....
Sözcüklerin geri bildirimindeki anlaşılamama durumu,sertliği....
Cidden,karşımdakinin anladığı kadar oluyorum böyle anlarda.
Bu durumda ne yapıyorum derseniz;Bir daha asla mesaj yazmak,iletişime geçmek...
Yapmıyorum.
Facebook'daki yazılarıma gelince:
Ben,pek yorum yapmıyorum çünkü;yazılar öyle iyi oluyor ki,üstüne ekleyecek bir şeye gerek yok.
Yazılarıma yapılan yorumlara bakıyorum,bakıyorum ve bir türlü anlayamıyorum,neden böyle yorum yapıldığını.
Yazımı yeniden okuyorum,acaba bir yerde bu algıyı oluşturacak ne yazmışım diye ama bulamıyorum.
Lütfen,yazılarımı,yorum yapacaksanız sonuna kadar okuyun ve ne yazmışım,neyi anlatmaya çalışmışım,ironi mi yapmışım;ben sap demişim, neden saman oluyor yazım,bunu doğru okuyalım birlikte.
Ben,kendimi eğliyorum ve kendimle yazışıyorum
Canınız isterse okuyun ama yorum yaparken de bir kez daha okuyun rica ediyorum.
Aksi durumda,kendimden şüphe etmeye başlayacağım.
Yan yollara sapmadan,dümdüz yazıyorum aslında
Anlaşılır gibi de yazılarım.
Ama.....
Sorun yine de bende demek ki.

30 Ocak 2019 Çarşamba

#Patlıcan-Biber üzerine.....
Çok yorucu bir gün geçirdim bugün.Tüm günüm hastanede geçti. MR,tanı,tedavi derken vakit çok geçti ve ben çok acıktım haliyle.
Hastanelerde, sıra almak,MR,Tomografi vs çektirmek,insana yapılan en büyük eziyet.
Hele bir de,ne idüğü belli olmayan Suriyelilerin çıkardığı rezillikle diz boyuydu bugün.
MR sonucunu alacağım,iki Suriyeli kadın kavga ediyordu,sıra için.
Yahu!
Burası bizim ülkemiz ve hastaneden,doktordan ben yararlanmalıyım.Bana ne senden ve ülkendeki karışıklıktan.
Çek git ülkemden.
İstemiyorum bu insanları,zorla mı?
Gözleri bile görülmüyor.Kadın mı,erkek mi belli değil.Terörist mi,çaresiz mi anlaşılmıyor.
Ben,haklarımı bunlarla paylaşmak istemiyorum.
Neyse....
İnsan,acıkıyor haliyle bunca saatte.
Hastaneler,enfeksiyon ortamı diye hiçbir şey almam,yemem,dokunmam bir yere.
Yapacağım tek şey telefonu karıştırmak,beklerken.
Bizim cumhurbaşkanı,bu kez de patlıcan-biber konusunda konuşmuş.
Maşallah,fikrinin olmadığı tek bir konu bile yok.
Koskoca ülkenin cumhurbaşkanı,her şeye konuşuyor,konuşmasına da,emir telakki sayılıp,neden uygulanıyor,işte bunu anlamak zor.
Onca sera üreticisi,yetiştirdiği patlıcan,biber,kabak'ı ne yapacak?
Bunların,dalından toplanması gerek biliyorsunuz.
Alım gücü yüksek marketlerde satılacakmış.Peki,ya gerisi?
Alamayan tüketicilerin marketlerinde yasaklamayla bu iş çözüldü mü yani?
İnsanları ayırmak,hatta alan-alamayan diye aşağılamak olmuyor mu bu?
Ben,mevsimi olmadan tüketmiyorum hiçbir şeyi ama alan,alıyor.
Herkese alım gücünü versenize de kazanlar kaynasa olmaz mı
Benimkisi de laf işte.yapsalar,bunlar yaşanır mı?
Acıktım ya,aklımdan yemekler geçiyor ve illa ki patlıcanlı yemekler.
Hünkâr Beğendi örneğin ya da Patlıcan Kebap ya da Alinazik....
Ve aklıma Barış Manço da geliyor.
-Domates biber patlıcan
Domates biber patlıcan
Bir anda bütün dünyam karardı
Bu sesle sokaklar yankılandı.
diye şarkı bestelemişti.
Yaşasaydı eğer,patlıcan ve biberin,değil seyyar satıcılarda,lüks marketlerde bile çeyrek altın fiyatına yükseldiği görüp,şarkıyı değiştirirdi mutlaka.
Ne rezil günlere düştük ülke olarak.
Elinizi nereye atsanız,karşınıza yalnızca sorun çıkıyor.
Gidin de kurtulalım bu sorunlardan.
Sizi de istemiyorum,zorla mı?

29 Ocak 2019 Salı

#Bugün, bir okur olarak, Stefan Zweıg' in Satranç kitabını yorumlayacaktım yazımda ama başka güne erteledim.Biraz beklesin ve biraz daha düşüneyim üstünde kitabın.
Bugün, daha güzel bir konu diyelim. Hayat, yeterince zor ve bunaltıcı biliyorsunuz.
Annem, nurlarda uyusun, çok yetenekli bir kadındı.
Annemin yapamadığı bir şey bilmiyorum. Çiçek konusunda da öyle.
Taşı dikse çiçek yetişirdi.
Ben, annem gibi asla olamam ama çiçek konusunda minicik bir yetenek kapmışım.
Malum, mevsim tam da nergiz mevsimi. Havada, mis gibi nergiz kokusu var.
Dönemlik kokular bunlar. Birkaç güne, ne nergiz kalır ne de kokusu.
Yıllardır, bu çiçeği uğraşırım uğraşırım yetiştiremem.
Saksıda yine ekili ama yok, bir türlü çiçek vermiyor ama eninde sonunda yetiştireceğim.
Bakalım,hangi bahara kalacak bu inatlaşmamız nergizle. 😉
Böyle söylenerek, bir ara sokakta yürüyorum, yıkık bir duvarın dibinde bu çiçeği gördüm.
Yapraklarına baktım, 'Bu nergiz değil mi?' diye mırıldanırken,' aaaaa valla nergiz bu'.
Yahu!

O kadar özene bezene bak, büyüt, besle; çiçek açsın diye gözünün içine bak, sana ihanet etsin ama kardeşi, yıkık bir duvarın dibinde çiçek açsın.....
Uzandım, çiçeklerini okşadım, kokladım.
Bir de,' çiçekle konuşun, sevin' der büyüklerimiz
Daha ne yapayım yani!
Nankör mü ne bizimkisi? 🙂
Sahi!
En son ne zaman evdeki eşinize, annenize,sevgilinize, çocuğunuza bir tutam nergiz aldınız?
Almadınız mı yoksa?
Kadınlar çiçektir masalını geçin de, akşam eve giderken nergiz alın.
Önümüz 14 Şubat.
Güller var daha sırada çünkü. 😉

27 Ocak 2019 Pazar

#Bir Umuttur Yaşamak.....
Umuda dair umutsuzluğa düştüğümüz bu günlerde,bir parça umut demek,hayatın bize sunduğu ufacık şeyler.
CHP'nin içindeki dalgalanmaları ve yerel seçimleri AKP'ye hediye etme çabasını sonraya bırakayım ve bir umut yazısı yazayım.
Bu dünya,bu yazıma konu ettiğim bir kadının yüzü suyu hürmetine dönüyor, onu da belirteyim.
1 yıldır hayal ama eskiden,yani düşmeden önce her gün düzenli yürürdüm ve şehri keşfederdim.
Bir ev görürdüm, balkonunda yüzün üstünde saksı ve içinde rengarenk çiçekler.
Her baharın başında,o balkonda arpa zambakları öyle bir açardı ki,durur,hep seyrederdim o balkonu.
Bir gün,evin annesini gördüm ve üç-beş laf ettik.
-Annem de çok severdi bu çiçekleri dedim.Ama şimdi annem yok ve bu çiçekleri de yok.
Kadın gülümsedi.
Üstünden,bir yıl geçti.Ayağım yüzünden uzun yürüyemiyorum,o evin önünden de hiç geçemiyorum.
Bir gün geçtim ve kadın bana seslendi.
Beni unutmamış.Dedi ki;'Yukarı gel,sana bir şey vereceğim.'
Evine çıktım,elinde,fotoğrafta gördüğünüz arpa zambakları olan bu saksıyı bana uzattı ve 'Al,bunları,çoğalttığında da annene götür,mezarına dikersin.'
Bir an öylece kalakaldım.Beni unutmamıştı,annemi unutmamıştı.
Çok duygulandığım bir andı,o an.
Çiçeği eve getirdim.Kuruyunca da,sulamadan kaldırdım.
Geçende,biraz suyu verince baktım,küçücük bir filiz başladı.Biraz daha su derken,gördüğünüz gibi,çıkmaya başladı soğanlar.
Birkaç haftaya çiçeklerle dolacak bu saksı.
Umut,işte bu saksıda.

Her bitişin ardından,mutlaka yeşerecek,yeşertecek bir şey bulmak hayatta.
Çaba.....
O kadını hiç unutmayacağım çünkü;o da beni, unutmadı.
Teşekkür ediyorum gönlünün güzelliği ve bana bu duyguyu yaşattığı için.

26 Ocak 2019 Cumartesi

#Sabahın köründe uyanmak.....
Mecburiyet elbette.
Pazar günü olunca çalışılmayacak mı?
Herkesin gerekçesi kendine özel.
Her sabah erkenden uyanmak zorundayım ben örneğin çünkü,;aç ilacı,tok ilacı, koruyucu derken istersen uyanma.
Birazdan, atölyeme koşacağım. Araya kahvaltıyı koymam gerek.
İnsanın her yaşta öğreneceği, öğrendiklerini unuttuğu birçok şeyi anımsaması tek bir kareyle bile mümkün oluyor.
Hayatımızın olmazsa olmazı cep telefonları artık.
Gözümüzü açar açmaz elimiz uzanıyor.
Çok önemli çünkü, kim ne yapmış, kim kimi aldatmış, kim ne söylemiş de miş miş.
Hayatımız bu artık.
İlaç saatim geldi mi diye telefona uzandım, herkes gibi telefonu karıştırdım ve bir video gördüm.
Mandala yaptınız mı hiç?
Aslında,çoğumuz yaptık mandalayı.Nasıl mı?
İlkokul defterlerinin kırmızı kenarına çizdiğimiz o çizgileri birleştirerek yaptığımız örgüler,şekiller mandalaydı biliyorsunuz.Tabii,şimdiki gibi çok gelişmiş olmasa da,mandalının keşfiydi yaptıklarımız.
Basitten, karışığa inanılmaz bir başlangıç ve bitiş armonisidir,Mandala.
Renkleri, tümüyle size ait, hayatınızdaki algının da yansımasıdır aslında doldurduğunuz boşluklar.
İçinizdeki, beyninizdeki, hayata karşı duruşunuzdaki algının seçimidir renkler.
Mandalayı izlerken, başlangıç noktasına gözüm takıldı.
Önce noktalar, sonra çizgiler....
Noktaları ve çizgileri doğru çektiğinizde ve içini renklendirdiğinizde, ortaya çıkan sonuç;
İşte sizin özetiniz.
Mandala yapmayı öğrenin.
İnanılmaz bir gidişatı var.
Noktaları ve çizgileri doğru birleştirmeyi başardığınızda, kendinizle gurur duyacaksınız emin olun.
Pazar sabahı bu kadar öğreti yeter. Hadi, bu da benden bir güzellik olsun size. 😉
Gidip, şu ilacı alayım artık.
Of ki ne of artık!
Bir dağ başı, bir deniz kıyısı yok mu kaçacak?
Antalya'dan, Bodrum'a her yerde de hortum ve fırtına var,gidilmez ki.
En iyisi, otur oturduğun yerde. Git, atölyede çalış, kahveni iç, mandala çiz.
Daha ne istiyorsun değil mi?
Bakarsın bu kez noktaları ve çizgileri doğru birleştirirsin. 😉
Rastgele...... 🙂

25 Ocak 2019 Cuma

#Cennete gitmek ister misiniz?
Kulağa ne kadar da hoş geliyor değil mi cennet sözcüğü.
Peki,cennet deyince siz ne anlıyorsunuz?
Her tarafın yemyeşil olduğu bir yaşam alanı,şırıl şırıl akan dereler,huzurlu bir yoğunluk,çevremizde huriler.....
Huriler? 
Bu dünyada suç işleyenlerin adresi;ölünce cehennemin odun ateşinde yanmak biliyorsunuz.
Ama masum,hayatında hiç kötülük yapmamış,sevmiş,sevilmiş,bütün insanlığa,evrene iyi olmuş,iyi duygular beslemiş,aklından hiç fesatlık geçmemiş,kalbi tertemiz insanların gideceği adres de;cennet!
Tabi,bunlara inanırsınız,inanmazsınız tümüyle size ve inancınıza ait şeyler ama bir yolu daha var cennetin anahtarını almanın.
Hadi iyisiniz,onu da ben yazayım da,belki duymayanlar varsa,bundan sonraki süreçte kalanı kurtarın bari.
Şimdi sizlerin içinde de mutlaka ruhu çirkin,kalbi kötü,hırsız,dolandırıcı,ahlaksız,rezil,fesat,dedikoducu,yalancı,haris .... gibi insanlar vardır.
Demiyorum ki,sizlerin çoğunluğu böyle;Asla!
Hani,varsa diyorum.
Yoksa,bu toplum,ahlaki normları tavan yapmış,dürüstlük abidesi,uçkuru zinhar çözmez,yalana,dolana,riyaya kapalı,içinden sevgi pıtırcıkları fışkıran bir toplum.
Yerseniz diyeyim bari. 
Hani diyorum ki;çevremizde böyle birileri varsa ve ölünce cehennemin harlı ateşinde yanacaklarsa hemen onu uyarın.
Peki ne yapacaksınız bunun için?
Ama bunu da mı bilmiyorsunuz;hayret!
O zaman,işte size çözüm:
31 Mart günü,yerel seçimler için sandığa gideceksiniz ya!
İşte o sandıkta,oyunuzu ne yapıyorsunuz?
Tabii ki,AKP'nin adayına basıyorsunuz.
Burdaki basmayı,Türkçemizin esnekliği olarak almayın lütfen üzülürüm. 
Bas bas oyları AKP'ye diyorum ki,cennetin kapısını aralamadınız,direk giriş belgesini kaptınız,hadi yaşadınız.
Bunu ben mi söyledim;Asla!
Bu tür bir söylemi kim yapar?
Beni tanıyanlar bilir,benden böyle bir laf çıkmaz.
O halde?
Hadi,sizi merakta bırakmayayım:
Eski Milli Savunma Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış İsmet Yılmaz,Sivas'ta AKP Gençlik Kollarında konuşurken; AKP'nin adayı Hilmi Bilgin'e oy vermenin 'Ruz-i mahşerde (kıyamet günü) Beraat belgesi (kurtuluş)' olacağını söyleyerek adaya oy vermek mahşerde beraat belgesidir" dedi.
E,şimdi ben ne ekleyeyim ki üstüne? 
Neşet Ertaş,türküsünde der ki:
Cahildim Dünyanın Rengine Kandım.
Ama siz kanmıyorsunuz elbette çünkü biliyorsunuz ki;
Cenneti de,cehennemi de yaşamak ve yaşatmak sizin elinizde.
Kalbinizi temiz tutun,merhamet ve vicdanı hep taşıyın ve iyi olun.
Bırakın,kötü olanlar kötülüklerinde boğulsunlar.
Dünya var oldukça,iyi ve kötü hep olacak biliyorsunuz ama siz iyi olun.
Öldükten sonra verilecek tapuyu düşünerek yaşarsanız,yaşamadan öleceksiniz demektir.
Bu dünyanın nimetlerinden yararlanın da ötesini boşverin. 
#Sabahın köründe MR çektirmek için yola düştüm. Sıra bulabildiğim için çok şanslıyım doğrusu.
Hani; sağlık ücretsiz ve sıra beklemiyoruz ya!
Bunu iddia edenleri cidden görmek istiyorum. Sağlam çalışan MR cihazı bulursanız, hele bir de sıra alabilirseniz, piyango oynamanıza gerek yok çünkü; zaten şanslısınız o gün için.
Dolmuşa yürüyorum, sabahın erkeninde.Yürüdüğüm yollarda mis gibi börek kokuları yükseliyor. Kokusundan içindeki malzemeyi tahmin ediyorum. Şurdaki ıspanaklı, şurdaki peynirli.
Çok yetenekli değilim yemek yapma konusunda ama koku konusunda hiç yanılmam. 😉
Kahvaltımı da yaptım ama kokuların cazibesi işte.
MR çektirenler bilir, bir işkencedir o oda. Cihazların sesleri, girdirilen o korkutucu makine..
Yeminle kaçacağım artık bu saçmalıklardan.
Issız bir adaya düşsem ve yanımda yalnızca ben olsam ve de uzun süre de gelmesem.
Denize karşı hamak olsa yalnızca ve gel keyfim gel modunda olsam. 😉
Ama ne mümkün!
Güne, Hayyam'ın şu sözü gibi başlamak istiyorum:
'İçme artık, Hayyam diyorlar bana. Oysa ben içince anlıyorum lalelerin, güllerin, zambakların dilini.'
Sözün gerisini yazmayayım., 🙂

24 Ocak 2019 Perşembe

#UĞUR MUMCU.....
Kalemden kan damladı o gün, karların üstüne.
26 yıl önce,Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü gün,ülkemizin birçok yerinde herkesin bir öyküsü vardı yaşanan.
Hava,o gün kurşun gibi ağırdı örneğin,bugün gibi anımsıyorum.Nasıl da bir grilik çökmüştü şehrin üstüne.
Birden,bir patlama sesi duyuldu.Bir-iki derken patlamalar seri halde duyulmaya başladı.
Herkesin aklına,önce bir terör saldırısı gelmişti ama gerçek az sonra anlaşıldı.
Bir tüp bayisinde tüpler patlıyordu.
Apartmanın çatısına çıktık,gökyüzüne siyah dumanlar yükseliyordu.
Anacığım,nurlarda uyusun 'Vah vah! Ekmek teknesi gitti zavallı adamın'diye üzülürken,aslında tüm Türkiye'yi yasa boğacak o patlamadan habersizdik.
Birden,öyle şiddetli bir yağmur başladı ki....
Neyse ki,çıkan dumanları ve yangının izlerini kapatacak diye sevinmiştik yağmura.
Akşam saatlerinde,haberlerde duyduk Uğur Mumcu'nun, arabasına konan bombayla öldürüldüğünü.
İlk anda aklımıza gelen,eşi ve çocuklarına ne olduğuydu.
Gazetedeki yazılarından,yazdığı kitaplardan az-çok tanıyorduk eşini ve çocuklarını.
Magazin figürü değildi elbette ama Devrimci kimliği,Kemalizme duyduğu inancı,araştırmacı gazeteciliğinden tanıyorduk Uğur Mumcu ve ailesini.
Önce,arabaya kendisi binermiş,sonra ailesi.Kendince,bir çeşit güvenlik önlemi elbette.
Üstünden 26 yıl geçti.
Deneyimli,kararlı,idealist,araştırmacı,vatansever ....... bir gazeteci daha katledildi 24 Ocak 1993'de.
Kalemden kan damladı o gün, karların üstüne.
O günkü yağmuru ve ertesini hiç unutmadım.Burda,gökyüzü delinmişcesine ağlarken,Ankara'da,yüz binlerin yolcu ettiği Uğur Mumcu'ya ağlıyordu kadını,erkeği.....
Bugün de,karanfillerle donatıldı yine sokak.
UĞURLAR OLSUN UĞUR MUMCU!

23 Ocak 2019 Çarşamba

#Bu ülkede, çözülmesi gereken konunun ilki eğitim, ikincisi sağlık.
Nerdeyse, köylere bile Tıp Fakültesi açtıkları için, arızalı doktorların arasında tenis topuna döndüm 10 aydır.
Bir böcek yüzünden düşmenin faturası cidden ağır oldu bana her açıdan.
Döktüğüm parayı geçtim ama yanlış tanılarla geçen zamandaki kaybım ne olacak?
4 Ortopedist, 3 Fizik Tedavi Uzmanı, 1 de Romatolog ki; hepsi de uzman doktor ve Prof. üstelik, her biri ayrı ayrı tanıyı nasıl koyar Allah Aşkına?
Bunları hangi tıp fakültesi mezun etti?
Bugün, 5. Ortopedist 'e gittim ve koyduğu tanı karşısında şaşkına döndüm.
Gittiğim bütün doktorları mahkemeye verebilirim şu anda.
O diplomaları siz alın da....
Gidin köyde koyun güdün bence.
Sizden doktor falan olmaz.
Mantar gibi üniversite açarsanız, kadavra görmeden doktor mezun ederseniz olacağı budur.
10 ayda aldığım kutular dolusu ilaç, eczaneye döktüğüm para, özel muayenelere verdiğim milyonlarla yazın istediğim gibi tatil yapardım istediğim yerde.
İşin bir de giden sağlık kısmı var ki;
en önemlisi.
Doktoruma bugün sordum : 'Sizler, aynı tıp fakültesinden mezun olmuyor musunuz, nasıl böyle farklı tanı olabilir?'
Yanıtını yazmayacağım.
Sizler, o diplomayı boşuna duvara asmışsınız bazı doktorlar.
Boşuna!

22 Ocak 2019 Salı

#Can sıkıcı olaylar oluyor ama arada,bazen de insanı gülümseten şeyler de yaşanmıyor değil.
Atölyedeyim.Bitirmem gereken işler var.
Benim,müdavimlerim üç kardeş var.Mutlaka geçerken el sallarlar,içeri gelir sohbet ederler.
Üçü de,birbirinden sevimli çocuklar bunlar.
Sokaktan geçiyorlar,gördüm içeri çağırdım ve dergi verdim.
Bu dergileri biliyorsunuz,bankadan alıyorum ve atölyemin önünden geçen,yakalayabildiğim her çocuğa hediye ediyorum.
Çocukların okuması için bütün çabam.
Ufaklığın biri geldi,elinde 1.5 lira var.
'Bana,bu paraya bi'şey verir misin' dedi.
1.5 liraya taktığım vidayı alamam. 
-Anahtarlık vereyim mi? dedim;
Eline aldı,evirdi,çevirdi ve 'Aliiim' dedi.
-Ama bunun için daha fazlasını getirmen gerek dedim,yüzü düştü.
Oysa,ben o anahtarlığı ona hediye edeceğim ama biraz zorlamak istiyorum,bakalım parayı biriktirecek mi diye? 
-Yarın gelmeyin,doktora gidiyorum dedim,hemen sorguya başladılar.
-Neden gidiyorsun,ama ben gelecektim,peki ne zaman geleceksin?
Sorular,sorular.....
Çocuklar dedim.'Benim çalışmam için ayakta durmam gerek ama ayağım kırıldı ve iyileşmiyor.Yarın doktora gideyim ki,size daha güzel şeyler yapabileyim.Cumartesi günü gelin.'
-Geçmiş olsun dediler ama
dudağını büzerek gitti biri.
Oysa,cumartesi geldiklerinde ikisine de hediye edeceğim anahtarlıkları ama onlar bunu bilmiyor henüz. 
Merakım,sorumluluk alıp almayacakları.Kendilerin,o anahtarlıkları almak için hedef koyacaklar mı,para biriktirecekler mi?
Çocukların masumiyeti de olmasa bu dünyanın hiç çekilir yanı yok inanın. 

21 Ocak 2019 Pazartesi

#Memlekette gidişat,öyle ayarsız,öyle şuursuz,öyle rezil oldu ki,insan hangi bir konuya değineceğini şaşırıyor.
İki gündür,12 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden üvey abi ve taksiden indirdikleri kadına tecavüz eden polislere bakıyorum,bakıyorum.....
Rezilsiniz,rezil!
Ben,biz,sizler....
Canımızı emanet edeceğim en güvenilir insanlar polislerdir değil mi?
Ama kapıma polis herhangi bir nedenle geldiğinde korkuyla kapımı aralıyorum ve polislere güvenmiyorum.
Bütün polislerimizi aynı kefeye koymuyorum elbette ama durum bu.
Peki,böyle mi olmalıydı?
Olayı biliyorsunuzdur ama kısaca özetleyeyim:
15 Ekim 2018'de,İstanbul-Fatih'de,trafik kontrolü yapan polisler Şeref Şık ile İsmail Kök, 27 yaşındaki,Özbekistan uyruklu kadını taksiden indiriyor,polis aracına bindiriyor ve 4 saat alıkoyarak, Şeref Şık kadına tecavüz ediyor ve kadının 1.400 lirasını alıyor.İşi bitince de,Yedikule'de bırakıyor.
Polisin adı ŞEREF,soyadı da ŞIK ama maşallah,çok şerefli ve şık bir davranış sergileyerek koruması gereken kadına tecavüz edebiliyor.
Allah belanızı versin sizin!
Ama konu bununla sınırlı sanmayın.
Kadın,şikayet için Aksaray Şehit Vedat Ulusoy Polis Merkezine gidiyor,Y.S. isimli polisle görüşüyor ve ismi nedense saklı bu Y.S kadına:Onun da çoluğu çocuğu var, zaten it gibi pişman şu an, cezasını vereceğim, sen merak etme. Size bir daha yaklaşamaz. Yaklaştığında beni arayacaksın'diyerek kadını gönderiyor.
Şeref Şık'ın eşini cidden merak ediyorum.Ne yapacak acaba,bir kadına tecavüz eden kocası hakkında?
Rezillik bununla da sınırlı değil hala.
Komiser E.S. de 'O polisin komiseriyim. Cezasını kendim vereceğim. Onu başka yere süreceğim' diyerek yine şikâyeti işleme koymuyor.
Polis Y.S.,Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü Nöbetçi Amiri olarak görev yapan A.B.’ye bildiriyor ama işlem yapılmayarak,kadının 1.400 lirası iade ediliyor.
Kadının arkadaşı,karakola gidip,suçlular için ne işlem yapıldığını sorduğunda ise;hiçbir işlem yapılmadığını öğreniyor.
Tecavüze uğrayan kadına 'Evine git,banyo yap' diyen polis de dahil,bu ülkedeki çürümüşlüğün,kokuşmuşluğun,ahlaksızlığın göstergesidir yaşananlar.
Bir kadını arabadan indirerek alıkoymak ve tecavüz etmek.....
Bunu yapan ister polis,ister vatandaş olsun,bir kadına,istemediği bir şeyi yapıyorsunuz ve bunu da hak görüyorsunuz kendinizde.
Sizin gibileri üç-beş yılla salıverecekler topluma öyle mi?
Olaya karışan bütün polislerin meslekten men edilmesi ve ceza almaları gerekir.
Erkek olmak,kas gücünde üstünlük mü size bu hakkı veren?Lanet olsun hepinize!
#İzmir-Tire'de,12 yaşındaki kız çocuğu,35 yaşındaki üvey abisinin tecavüzüne uğrayıp ikiz bebek doğurduğunda,yıllar önce okuduğum Bedri Rahmi'nin,Dol Karabakır Dol kitabındaki 'Körpe Gelin' şiirini anımsadım.
Şiiri ilk okuduğumda,içimden bir hüzün desem değil,acı desem değil bir duygu geçmişti.
Yazıyı okuduğunuzda,bir kurgu sanmayın çünkü;bu şiir,Bedri Rahmi'nin nenesinin öyküsü.
Şiirde konu edilen öykü şuydu:
Mernuş bebeğin annesi 13 yaşında bir çocuk.
Mernuş'u doğurur,doğurmasına da,bebeği emzirecek meme başı yoktur çünkü,o bir çocuktur.
Bebek süt ister,ana, sütünü veremez bir türlü.
Çok acı çeker,çok.
Bir hacıya danışırlar.Hacı der ki: 'İki enik bulun aç bırakılmış ve gözleri henüz açılmamış olsun.Bu enikler,emerek meme başını çıkarır.'
İki köpek yavrusu bulunur ve memelerin üstüne salınır.
Enikler de açtır ve süt ister.Saldırdıkça saldırırlar memelere.
Memeler,kan revan içinde kalır.Çocuk gelin,bağırır,acıyla kıvranır ama o memelerin başı her şekilde çıkacaktır.
Memelerden kan gelir,süt yerine.Gelin kangren olur ve on gün sonra da ölür.
Ne zaman ki,çocuklara yapılan tecavüzü ve sonrasında o çocukların doğum yaptığını okurum,aklıma hep bu şiirde geçen Körpe Gelin gelir.
Körpe Gelinlerin öyküsü,bu ülkede hiç bitmedi ve hiç de bitmeyecek.
ÜNZİLE' dir bu çocukların hepsinin adı.Tıpkı,Aysel Gürel'in şarkısında olduğu gibi.
Varmadan sekizine
Ergin oldu Ünzile
Hem çocuk,hem de kadın
On ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
Susar kadın Ünzile.
İzmir-Tire'deki o çocuğun da adı E.Ş değil;ÜNZİLE!

19 Ocak 2019 Cumartesi

#Soğuk ama güneşli bir havayla pazar gününe başlamak....
Buna da şükür,hiç değilse güneşimiz var.
Yollarda,soğuktan donmuş kuş ölülerine rastlayınca,insan şükrediyor elbette.Sokaktaki canlılar biraz ısınır güneş sayesinde.
Müziğimi açtım,kahvaltımı yaptım,kuşların ekmeğini verdim,artık huzurla güne başlayabilirim.
Kuşlar,ekmek verdiğimde,en küçükten en büyüğe kadar sıralanıyor ve bekliyor.Önce küçük serçeler,en küçük ekmekleri yiyor.Sonra,biraz büyükleri geliyor,sonra Arap Bülbülleri ve en sonunda da kumrular.
Sıralama hiç değişmiyor.Bu kadar da saygılılar birbirlerine.
Burda,nasihat babında,'Vay bizim insanoğluna! Bu işi asla beceremeyeceğiz' diyeceğim ama demeyeyim bu kez. 
Çayın son yudumunu alırken gözüm daldaki serçe ve Arap Bülbülüne takıldı.
Ne konuşuyorlar hararetle bilmem.'Memleketi mi kurtarıyorlar acaba?' diyeceğim ama bu iş ,onların boyunu çok aşar.
Biz bile şamar oğlanına döndük yaptıklarından,kuşların ne haddine değil mi?
Birazdan,arkadaşlarımız da gelecek atölyeye ve asıl hararetli konuşma o zaman yapılacak.
Önce,pazar kahvesi,sonra da ince belli bardaklarda çayımızı yudumlayacağız.
Şiirden,sanata,ekonomiden seçimlere uzanan bir tartışmaya gireceğiz hep birlikte.
Farklı fikirlerden olsak da,saygıyı kaybetmeden,gülümseyerek tartışmanın örneğiyiz biz. 
Pazar günleri,zaten benim en kutsal günüm-dü eskiden.
Şimdilerde,yapmaya fırsat bulamadığım çok şey var bugüne dair.
Keyifli pazar kahvaltılarım örneğin.Sonra da,kızımın elinden içtiğim kahve ama hepsi mazide kaldı artık.
Şimdi,çalışma zamanı.Hem elimiz işleyecek hem de çenemiz. 
'Müziksiz bir hayat, büyük bir hata olurdu' diyen Nietsche çok haklı elbette.
Pinhani çalıyor şu anda ve şarkısında diyor ki:
Yalnız kaldıysan
Kalkıp pencerenden bir bak
Güneş açmış mı?
Yağmur düşmüş mü?
Dön bak dünyaya.
Siz de camın önüne çıkın ve sokağa bir bakın bakalım,ne göreceksiniz?
Ben,atölyemden kocaman bir dünyayı görüyorum.
Ya siz?

18 Ocak 2019 Cuma

#Çocukların karneleriyle geçişini görünce kendi çocukluğum aklıma geldi.
Kiminin yüzünde,aldığı belgenin mutluluğu,kiminin yüzünde karnedeki kırıkların evde getireceği azar var.
Eğitim çıtamıza baktığımızda,PISA sonuçlarını,OECD verilerini okuduğumuzda,o belgelerin ne anlamı var,o da ayrı ama çocuklar mutlu ya,olsun!
İlkokul,ortaokul ve lise yıllarımı anımsadım.
O belgeleri almak için nasıl da ders çalışırdım.Çok hırslıydım o yıllarda.En iyisi,en başarılısı ben olmalıydım diye gece-gündüz ders çalışırdım.
Elimde belgelerimle yürürken ayrı bir gurur olurdu bana.
Çocukluk işte.
Eve gelirdim,komşularımız da evde olurdu.Onlar,çocuklarının teşekkür belgesi aldığını ballandıra ballandıra anlatırdı ama benim annem,ben takdirname alırdım ve beni hiç övmezdi.
'Anne,neden beni de söylemiyorsun' diye kızardım anneme,annem bana bakardı ve ' Söylersem nazar ederler,bu nedenle hiç söylemiyorum'derdi.
Anacığım,nurlarda uyusun,komşu nazarından bile korurdu bizi.
Babama koşardım,elimdeki belgeyle,babam saçımı okşardı ve 'Akıllı kızım benim' diyerek,boynuma bir altın takardı.
İnsanın babası kuyumcu olunca,altın da sıradan bir eşyaydı ama babamın saçımı okşaması bana yeterdi.
O kadar mutlu olurdum o belgeyi aldığım için.
Çocuktum elbette bunları yaşadığımda.Zaten,o altın da babamın saçlarıma son dokunuşu oldu.
Bir daha ne bana 'Akıllı kızım' diyen bir babam kaldı ne de komşuların kem gözlerinden sakınan annem.
Gün geldi,her taraf belge doldu.
Bir kağıt parçası için çok çalıştığım yıllarım.....
Önemi kalmamıştı ama beni ben yapan eğitim yıllarımın kanıtıydı o belgeler.
Bir gün,kutuyu elime aldım ve içinde ne varsa sobaya attım,yaktım.
Karnelerim,takdirnamelerim....
Bir tek ilkokul karnemi ve üstün başarı belgesiyle mezun olduğum ortaokul karnemi sakladım.
Belki de,saçlarıma değen elin son iziydi o belgeler.
Ondandır saklamam biliyorum.

17 Ocak 2019 Perşembe

#Bu akşam,tiyatroya gittim.
Yarın akşam,Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası'nın İdil Biret konseri var.
Gitmeyi çok istediğim ama gidemeyeceğim bir konser.Bilet bulabilirseniz kaçırmayın derim.
Neyse....
Gelmiş geçmiş en güzel oyunlardan biridir 1001 Gece Masalları.
Şah Şahriyar ile Şehrazat'ın aşkını anlatır.Oyunu bilenler bilir mutlaka.
Bu eserin kostümleri,dansları ve en önemlisi;müziği çok önemlidir ama oyunda neden Rimsky Korsakov - Şehrazat eseri çalmadı anlamadım?Oysa,eserin bel kemiğidir müziği.
Kemanların oyuna verdiği ,hele o masalları anlatırken ki yayılan müzik....
Nasıl es geçilir cidden anlamadım?
Çiğdem Tunç Tiyatrosunun oyunuydu.
Emek veren,oyunu getiren herkesin ellerine sağlık diyeyim ve tiyatro izleme adabı olmayan seyirciye azıcık veriştireyim.
Salona giriyorum,salonda kundaktaki bebekten 2-3 yaşına kadar çocuk dolu.
Eyvah! dedim,oyun gitti.
Tam da dediğim gibi oldu.Şu tiyatroya çocuk getirmemeyi hala öğrenemedi yurdum insanı.
1001 Gece Masalları deyince,çocuklarına masal anlatacak bir oyun mu sandılar acaba?
Yeminle,yıldım bu seyirci profilinden.
Bir de,sanata ve sanatçıya saygısız bir kesim var ki;hadi azıcık da onlar....
Bir oyuna gelirken,öndeki iki sıralı koltuk,illa ki protokol olur ya ve onlar da oyuna genelde gelmez ya!
Hani,eşlerini de genelde hiç getirmezler ya!
Bir oyuna gelirken,azıcık kıyafetlerine dikkat etmeliler,şu ünlü mülki erkân denen kesim,
Kırışık pantolonlar,kravat yok,üç gün giyilmiş ceketlerle tiyatroya gelinmez.Sanata saygısızlık bu.Oyunun ikinci perdesi açılmış,arkadaşlar,sigara molasını ancak bitirmiş olmalılar ki,oyuna 10 dakika sonra girebiliyorlar.En çok,şu okumuşlardan çekiyor bu memleket.
Bunlar okumuşken böyle yapıyor,kundaktaki bebesini kapıp gelen çok mu?

Daha fazla ifade göster

15 Ocak 2019 Salı

#CHP PİSLİKTİR!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Bunu söyleyen,bu ülkenin en tepesindeki insan;Cumhurbaşkanı.
Pislik nedir?
TDK 'nın sözlüğüne baktım.Hani,belki ben tanımında bir hata yapıyorumdur diye.
Yoksa;koskoca bir ülkenin cumhurbaşkanı,bu ülkenin kurucu lideri,Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün,CUMHURİYET'le kurduğu,bir partiye 'PİSLİK' der miydi?
Hani,bir insanı,ne kadar sevmeseniz bile, yüzüne 'PİSLİK ' denmezdi ya!
Hani,üslup,nezaket,siyasi adamlık,makama layık olma diye tanımlar vardır ya!
Pislik nedir?
Kısa tanımı;KİR!
Ama bizler günlük yaşamda bunu çeşitli anlamlarda kullanıyoruz.Sokak pis diyoruz; ev çok kirlendi, epeycedir ellemedim,dip,köşe bucak bir temizleyeyim diyoruz;bazen de,çok kızdığımız birilerine 'Pisliğin teki' diyoruz.
Ama o kişi,işe yaramaz,terbiyesiz,lanet,saygısız gibi sıfatları yüklendiği için söylüyoruz bunu.
İnsan,durup dururken birine PİSLİK der mi?
CEHAPE'ye bakıyorum....
Bu ülkenin,ana muhalefet partisi.Köklü bir geçmişi var.
Her şeyi bırakın,ATATÜRK'ün kurduğu bir parti.
Kaldı ki,ne yapmış CEHAPE bugüne kadar?
EYT için mi çalışmamış ?
Şeker Fabrikalarını peşkeş mi çekmiş?
Ulaşımdan,haberleşmeye memlekette özelleştirmedik,satmadık fabrika,liman,işletme mi bırakmamış?
Ağacı,ormanı,dereyi,ırmağı tarumar mı etmiş?
Memleketi betona boğup,sermayeyi betona mı gömmüş?
Çocuklara tecavüz edilirken köşeden seyrederek 'Bir kereden bir şey olmaz mı demiş?
Kadınlar öldürülürken 'Onlar da mini etek giymeseydi,kırmızı ruj sürmeseydi 'mi demiş?
İşçiler madenlerde,inşaatlarda,düşüp ölürken 'Fıtratında var 'mı demiş;ne yapmış bu CEHAPE?
Listeyi öyle çok uzatabiliriz ki,sayfalar yetmez.
Öyle utanıyorum ki,bir kadın,bir insan olarak bu insanların bizi yönetmesinden.
Biz,bunu hak etmiyoruz!
Pisliğin bir tanımı daha var aslında,belki biliyorsunuzdur;
Sayın cumhurbaşkanının o tanımı kullanmadığını düşünmek istiyorum.
Nezaket,üslup ve bulunduğu makamın hakkını vermek bu kadar zor mu?
#Cumhurbaşkanı Kararı, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Çocukluğumuzda,'İki resim arasındaki 7 farkı bulun' diye bir bölüm olurdu ve biz,o farkları bulmak için yarışırdık.
Tarımda,dibe vurduk.Çiftçimiz,mazottan gübreye,tohumdan ilaca borç batağına sokuldu.
Tüketici olan bizler de ilaca,hormona bulanmış gıdalarla beslenmek zorunda bırakıldık,bırakılıyoruz.
Hem sağlığımızdan oluyoruz hem de ekonomik olarak zarara uğruyoruz.
Peki,alınan bu karardaki yanlışlar neler?
Bizim,600 milletvekiline maaş ödediğimiz bir de meclisimiz vardı sanki.
Bu vekiller ne işe yarıyor da,memlekette soğan bile cumhurbaşkanının söz edeceği bir hale geliyor?
Cumhurbaşkanlığı makamı,bir ülkenin en tepesidir ve makamın bir ağırlığı vardır.
Bir cumhurbaşkanının,ağzından çıkacak her söz,her konu özenle seçilerek çıkmalıdır ama bizim cumhurbaşkanının her konuda fikri var ve her konuda konuşuyor.
Üstelik de,üslup,nezaket gibi iletişimde çok gerekli unsurlar gözardı edilerek.
Peki neydi bu karar?
Kuru soğan ithalatında gümrük vergisi 28 Şubat'a kadar yüzde sıfır olarak uygulanacak.
CUMHURBAŞKANININ KARARI diyerek Resmi Gazeteye konu oluyorsa soğan,ben de derim ki;' Cumhurbaşkanı,nasıl olur da tek başına karar merci olabilir?
Bu ülkenin tarım bakanı yok mu? Kuru soğan,neden bu kadar pahalı ve ülkemizdeki üretim,stok,maliyet analizi nerde?
Bunu,ben yapmam,tarım bakanı araştırır,analiz raporlarını paylaşır toplumla.
Soğan ithalatında sıfır gümrük vergisi uygulandığında,çiftçimizin elindeki soğanlar ne olacak?
Depolarda,iç piyasaya sürülmesi beklenen soğanların akıbeti ne olacak?
Soğan bu,bekledikçe filizlenir.
Yazık değil mi çiftçimize?
Depolara yapılan baskınları anımsıyorsunuz değil mi?
Kuru soğan üreticisi,tarladan hasat ettiği kuru soğanları cebinde tutması gerektiğini bilmediği için kuru soğanı depolamıştı.
Peki pazarda kuru soğanın kilosu ne kadar derseniz?
4 ile 7 tl arasında.
Tarladan,tüketiciye zincirinin halkasında bir kazanan vardı ama buna kim dur diyecekti acaba?
Cumhurbaşkanı da soğanı konuşmaz ki.
'Tek adam' dendiğinde adres cezaevi oluyor ülkemizde.
Peki,bu duruma nasıl bir yorum yapalım şimdi?
Kim karar verdi sıfır gümrük vergisine?
Kim?
Ben en çok,semt pazarlarında,yağmur,soğuk,ayaz demeden,üşüyerek tezgahında patates-soğan satmaya çalışanlara acırım.
Üstlerinden yağmur akar ama onların tek derdi;evlerine ekmek götürmektir.
Ülke,böyle mi yönetilir?

14 Ocak 2019 Pazartesi

#Bu yıl,Nergizlerin kokusunu ilk kez duydum.
Zaman ne çabuk geçiyor,Nergiz zamanı gelmiş yine.
Ne güzel bir çiçektir,bulunduğu ortamı mis gibi kokutan.
Meteoroloji,şiddetli yağmur var diyor.
Cama vuran incecik sesi duyuyorum,perdeyi aralıyor,sokağı seyrediyorum.
Usul usul yağıyor yağmur.Sokak lambanın ışığında gecenin karanlığını dinliyorum.
Artık ışıksız kalmış dostlarımızın evlerine takılıyor gözlerim.
Ana-Babalar ölünce evler de ölüyor aslında.
Nerde kaldı o güzel aydınlık yaşanan telaşlı günler?
Yağmur hızını artırdı bir anda.Cama vuran damlalar artık daha güçlü ses çıkarıyor.
Televizyonda müzik kanalı açık.Gözüm dışarda,kulağım müzikte.
İbrahim Tatlıses'in sesinden duyduğum bir şarkı çalıyor ekranda.
-Hayat bir çark dişinde herkes umut pesinde;
İhtiras ateşinde ben ne yananlar gördüm
Oh çekilmez yaraya kurşun düşmüş araya;
Tanrı diye paraya ben ne tapanlar gördüm.
Ahmet Selçuk İlkan şarkılarıymış ekranda çalan.'Bu şarkı da mı onunmuş? ' diyerek birbiri ardına şarkıları dinliyorum.
Ne kadar üretken biriymiş meğer.Her şarkı,çocukluğumdan bugüne kulağımda ç-alan melodiler.
Pencereden dışarıyı seyrediyorum,karşımda,üstünde birkaç yaprak kalmış dut ağacı var.
Yağmur hızlandı.Düşen damlalara bir yaprak daha dayanamıyor ve kopuyor dalından.
Aklıma,O'HENRY'nin Son Yaprak öyküsü geliyor.
Hani,insana yaşamaya dair umut yükleyen ve daldan düşmesine asla izin verilmeyen o ünlü yaprak var ya!
Dut ağacının bana bakan yönünde irice bir yaprak daha var.
Yağmur,artık iyice hızlandı.Bakalım,o yaprak ne kadar dayanacak bu şiddete?
Odaya dolan mis gibi Nergiz kokusu...
Üç-beş dal nasıl da baygın baygın bir kokuyla hayatımda bugün.
Bir gün daha gitti ömürden
Nergizler çıkmış meğer ve ben,bugün gördüm ilk kez.

12 Ocak 2019 Cumartesi

#Hava güneşli ama ayazlı bir soğukta.İnsan,böyle bir havada,camın kenarına oturmalı,eline de ince belli bir bardakta çay almalı ve kitabını okumalı ara ara sokağı seyrederek.
Tabii,müzikte çalacak bir yandan.
Düşünmesi bile güzel değil mi?
Peki,ben ne yapıyorum?
Pazar sabahı,atölyedeyim.Müziğim çalıyor her zamanki gibi.Birazdan kahvemi de içeceğim içmesine de,hava yine soğuk;sokakta bu zavallı hayvan,üstünde taşıyamayacağı yükle kırbaç yememek için kendini zorlayarak gitmeye çalışıyor.
Üretirken,arada bir de kitabıma bakmak istiyorum.Elimde,Stefan Zweıg'in ' Satranç ' kitabı var bugün.

Kardeşim,dün kitap fuarından almış bana,Çok mutlu oldum çünkü,epeydir okumayı çok istiyordum bu kitabı.
Kardeşime teşekkür ediyorum kitap için.
Dün,neyse ki,Cemal Süreya'yı bitirdim. Daha çok kitap var okumam gereken.Ne ara yapılacak bunca okuma hiç bilmiyorum.

Bir yandan,bu zavallı hayvanı izliyorum,bir yandan güne başlıyorum.
Hiç hevesim kalmadı kitap okumak için.
Hayat işte,kimini atlas yorgana sarıyor kimini de bir çula.

11 Ocak 2019 Cuma

#Cemal Süreya,en sevdiğim şairlerin başında gelir.
9 Ocak ölüm günüydü ve bu yıl ilk kez Sevda Sözleri kitabından AŞK şiirini yayınlamadım.
Bu şiir çok özel bir şiirdir,bilenler bilir.
Şöyle bitiyordu şiir:
Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya 
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.
Cemal Süreya'yı çok okudum ama bu kitabını ilk kez gördüm ve eksik kalmışım diye de üzüldüm doğrusu.
Şiir yazmak üzerine öyle güzel bir anlatı yapmış ki,döndüm döndüm yeniden okudum.
Cemal Süreya olmak böyle bir şey işte.
Cemal Süreya olmak böyle bir şey işte.
Herkes şiirimsi şeyler yazar ama şiir yazmak böyle ustalık ister. 
Bu kitabı,kitap topladığım köy kütüphanesine gönderecektim ama vazgeçtim.Bu bende kalmalı.
Olur da,bir gün şiir yazmak gibi bir cahillik yaparsam,bunu açar okur ve vazgeçerim. 

#Fotoğraftakiler nedir derseniz eğer......
Ben çevreci biriyim.Öyle,çakma poşetçiler gibi de hiç olmadım.
Toplumu enayi yerine koymanın da sınırını bırakmıyorlar,onu da biliyorum.
Peki,çevreci insan ne yapar,nasıl yaşar,onu biraz irdeleyelim kendi özelimde.
Hayatın getirisi poşetler de var mecburen kullandığımız.
Bakkalda,manavda,markette,pazarda ya da herhangi bir mağazadan alışveriş yaptığınızda,taşıma kolaylığı da olunca poşet alıyorsunuz elbette.
Çöpe kullandığımız çöp torbaları da dahil,her şey plastik değil mi hayatımızda?
Bize,ailemizin öğrettiği şey;doğayı,canlıyı,bitkiyi korumak üzerineydi ve ben insan başta olmak üzere,ağacı da,böceği de,çiçeği de,otu da korudum bugüne kadar.
Çevreyi kirletmemek adına ne yapıyorum peki?
Çöpleri ayrıştırıyorum örneğin.Plastikleri,çöp toplayanlar torbaları dağıtmasın diye ayrı bir poşete koyuyorum çöpün yanına.
Cam kırıklarını ve şişeleri ayrı poşete,kağıtları da ayrı poşete.
Görüldüğü üzere;üç poşet kullandım her ürün için.
Evsel atıkları,bahçemizin toprağına gömüyorum,çürümesi için,yemek artıklarını sokak hayvanlarına veriyorum.
Daha ne yapabilirim doğayı korumak için bilmiyorum ama bunlar hayatımın rutini.
Eğer,AKP Hükümeti,gerçekten de poşet konusunda samimi olsaydı,yaptırımları 16 yıldır zaten uygulardı,kaldı ki;bir uygulama yaparken,çözümünü de getirirdi.Poşeti üretenlerden biri de,AKP Trabzon milletvekili olunca;
Siz,böyle bir yol görüyor musunuz hükümette?
Fotoğrafta gördüğünüz kalemi kızım bana getirdi.Birkaç adet vardı,dağıttım.
Peki,nedir bu?
Doğada,işi bitince kaybolan bir kalem tasarımı bu..Kağıt ve plastik kısmı,işi bitince doğada çözülüyor ama en şahane kısmı şu:
Kalemlerin üstündeki bölümde,ÇAM AĞACI TOHUMLARI var!
Nasıl ekileceğine kadar anlatıyor üstelik.

Her türlü işe yarayan bir tasarım bu.
Çözüm mü diyorsunuz;çevre mi diyorsunuz;o zaman,poşeti bırakın da,böyle projeler üretin EYY AKP HÜKÜMETİ!
Geçiniz bu çevrecilik masallarını.
Çözüm dediğiniz böyle olur!


Daha fazla ifade göster