31 Aralık 2019 Salı

#2020 yılını, sindire sindire yaşamanızı, yılın sonunda kurduğunuz hayallerinizi gerçekleştirmiş ve mutlu bir insan olarak tamanlamanızı diliyorum.
365 gün de az değil hani. 😉
Nasıl girersek, o yıl öyle geçer derler.
Buna da şükür. ❤️
#Birkaç saat sonra,yeni bir yıla gireceğiz.
Ne değişecek hayatımızda?
Sihirli bir el dokunacak ve birdenbire hayat yoluna mı girecek?
Ya da,bir mucize gerçekleşecek ve hiç yaşanmamış sayacağımız yaşanmışlıklarımız son mu bulacak?
Ülkemizdeki gidişat mı değişecek örneğin?
Elbette,hepsine Hayır!
Değişen,yalnızca takvimlerdeki tarihler olacak.
Yarın sabah 1 Ocak 2020'ye uyanacağız.
Yıllar geçiyor,ömürden eksilen bir yılı daha karşılayacağız aslında.
Ömür dediğimiz yıllara ne çok şeyi sığdırdık değil mi bu yaşımıza kadar?
Şöyle bir geçmişime bakıyorum....
Neleri başarmışım,neleri es geçmişim bu hayatta diye!
Hayal ettiğim şeylerin çoğu hayal boyutunda kalmış örneğin.
Yapmaya vaktim mi olmadı yoksa,yeterince istemedim mi onları bilemiyorum?
'Bir insan,bir şeyi çok isteyince yapar' derler ama hayat dediğimiz şey,bazı şeyleri yapmamıza engel de oluyor bazen.
'Kısmet değilmiş ' diyoruz ya çoğunlukla.....
Kaderciliğe sığınıyoruz belki de.
Hepimizin hanesinde öykülerimiz yaşanacak bugün.
Seneye yüklenen hedefler,hayaller,beklentiler....
Koskoca 365 gün var önümüzde.
Piyango mu aldık,büyük ikramiye hayaliyle?
Olabilir.Hayal kurmak sınırlı saatlere sığsa da,insanı heyecanlandırmıyor mu zaten?
Kaç kişi,elinde biletle bekliyor kim bilir bu akşamı?
Hayaller,hayaller.....
Son döneminizde,en çok neyin olmasını istiyorsunuz?
İşte,o olsun içinden geçen herkese.
Hayatınızı,doğru hedeflerle kurarsanız,Aşk da,İş de,Para da geliyor aslında.
Hedef sapması yapıyoruz çoğu kez.
Hep derim Üç D Kuralını:
Doğru Zaman;
Doğru İnsan;
Doğru Yer!
Bırakın büyük büyük hayalleri.
Küçük şeylerle de mutlu olabiliyor insan.Üç günlük dünyada,çok yaşasanız yüz yaşayacaksınız.Değmiyor inanın,bunca hırsa.
Ömürden giden bir yılı daha geride bırakıyoruz bu akşam.
Her şey,gönlünüze göre olsun! ❤️
Mutlu Yıllar......
#2019 yılının son gününde küçük bir öykü:
Yıllar önce, bir film izlemiştim. Filmde, yalnızca sallanan sandalye üreten bir adam vardı.
Ve bir kadın....
Adamın getirdiği sandalyeleri sürekli satın alan..
Adam mutluydu çünkü; ürettiği şeyden para kazanıyordu.
Kadın mutluydu çünkü; bir insanı mutlu ediyordu ta ki;
Adamın, evin yanındaki odada tesadüfen gördüğü şeye kadar.
Adamın ürettiği sandalyeleri aslında alan hiç yoktu ama kadın, sırf onu mutlu etmek için satın alıp, depoya koyuyordu.
Film böyle sürdü tıpkı, benim atölyemdeki öykü gibi.
Bir adam var yaşlı ve bir yanı felç ama hiç boş durmuyor ve sürekli ahşaptan objeler yapıyor bana hediye olarak.
Öyle yapamıyor ki, ama ben gösterdiği çabayla mutlu olsun diye her keresinde, 'Ne kadar güzel olmuş, ellerinize sağlık ama yorulmayın lütfen' diyerek alıyorum ve depoya koyuyorum.
Bir yanı felçli bu insanın çabasına saygı duyuyorum.
Aslında ,hiçbir işime yaramayan ve pratikte hiçbir işe de yaratılamayacak, küçük küçük ürünler ama kendini çok mutlu hissediyor verirken yaşlı adam.
O mutlu oldukça gülümsüyorum. 🙂
Arka depoda biriktikçe birikiyor objeler ama tıpkı o filmdeki gibi bir tesadüfle görme şansı yok neyse ki.
İnsanların umutlarını kırmamak gerekiyor diye düşünüyorum.
Varsın, o yaşlı insan bir işe yaradığını düşünedursun.
En fazla, bir köşede bekler ve sonunda da....
Olsun....
Yaşlı adam mutlu ya! 🙂
İnsanın yüreği iyiliğe, güzelliğe açılmalı.
Ne kaybederiz ki? ❤️

30 Aralık 2019 Pazartesi

#Atölyemde, kıran kırana bir tartışmanın içindeyiz. 😉
İslam dininde, kadının yeri, miras hakkı, mehir denen o tuhaf alma-verme meselesi üzerine Öyle bir konuşmanın içindeyiz ki....
Hem el çalışıyor hem de dilimiz. 🙂
Aslında, konu, şu çok yerli ve milli arabadan açıldı, muta nikahına döndü, yetmedi; kadının toplumdaki statüsü, aldatma, boşanma ama erkeklerin eşlerini yedekte tutup, hayatına aldığı kadınlar diye uzadı.
Ah bu erkekler.....
Yok aslında, birbirlerinden çok da farkları. 😉
Tatlı tatlı konuşuyoruz, fikir alışverişinde bulunuyoruz, kahvemizi içtik, çayın muhabbetindeyiz.
Atölyemde, bugün de böyle geçiyor.
İş, üretim, bolca sohbet..... 🙂

29 Aralık 2019 Pazar

#Şu yerli ve milli olma meselesi...
Geçen hafta, okuldan gelen konuşmaları dinliyordum;
müdür,yerli malı haftasıyla ilgili öğrencilere açıklama yapıyordu.
Ben çocukken de, okulumuzda yerli malı haftası kutlanırdı.
Okulun sıraları birbirine eklenir, üstüne portakallar, mandalinalar, annelerimizin yaptığı kurabiyeler, pastalar, çörekler, ayran ve süt dizilirdi.
Yerli Malı Haftasını kutluyorduk çünkü ; hepsi yerli ve milliydi.
Çiftçimizin yetiştirdiği sağlıklı narenciye ürünlerini, ilaçlı mı, böcekli mi demeden, kabuğunu soyup güvenle yerdik o yıllarda.
Annelerimizin yaptığı pastalar, kurabiyeler,çörekler GDO' lu tohumlardan üretilen unlardan yapılmazdı.
Çünkü; çiftçimiz, her yılki mahsulden, biderlik diye öz tohumu ayırırdı, seneye ekmek için.
Tohum da yerliydi, toprağımız da sağlıklıydı o yıllarda çünkü ; her şey yerli ve milliydi.
Toprağımız, Araplara, Katarlılara, İsraillilere peşkeş çekilmemişti henüz.
Kendi toprağını, kendi öz, en hakiki tohumlarla eken, tarımda,dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik o yıllarda.
Kendi uçağını üretmek , kendi otomobilini yapmak az şey miydi?
Dünyaya kafa tutan bir ülkeydik, Emperyalizmin kucağına oturtmaya kimsenin gücünün yetmediği bir ülke.....
Peki, neydi yerli ve milli olmak?
Kendi öz kaynaklarını üreten, kullanan, kendi üniversitelerinde yetiştirdiği mühendisler, tasarımcılar, mimarlar, doktorlarla bilimde, teknolojide, sağlıkta, sanatta, sporda dünya markası olmak, uluslararası arenada başa güreşmek,diğer ülkelere teknolojini satmak, bir dünya devi olmak!
Bizim, çok akıllı, çok yaratıcı gençlerimiz yok mu?
Bizim mühendislerimiz, tasarımcılarımız, diğer ülkelerdeki mühendislerden daha mı kötü eğitim alıyor?
Bilimde, teknolojide gençlerimizin yaptığı çalışmalar göğsümüzü kabartıyorsa, bir kırılma noktamız yok mudur?
Yerli ve Milli araba....
Hükümet kanadından bakınca, biz toplum olarak cidden çok mu salak görünüyoruz?
-Araba, nerde üretilmiş?
İtalya'da.
-Kim tasarlamış?
İtalyan tasarımcılar.
-Arabanın içi, hangi dilde tasarlanmış?
İngilizce.
Arabanın prototipini bile üretmeyi becerememişsin;
Elin İtalyanının ürettiği model arabayı bile üreteceğin fabrika yok ve sen kalkmış hala ' Yerli ve Milli Arabayı ürettik' diye hepimizi....
Gerçekten de, yetmedi mi bu komedi?
Müdür konuşuyor 'Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı'
Tamam da, mercimeği Kanada'dan, şekeri Amerika'dan, süt veren ineği Hollanda 'dan, samanı Bulgaristan' dan, tohumu İsrail'den aldığımız sürece hangi yerli malı?
Yerli Malı diye bir şey bıraktılar mı ülkede?
Yerli Malı Haftası kutlanırken, masada kola ve fanta şişeleri olduğu sürece hangi yerli malı?
Yerli ve Milli araba....
Gözümüzün içine baka baka....
Bizim alnımızda kesin bir şey yazıyor!
Yoksa, bu kadar da olur mu?

27 Aralık 2019 Cuma

Her canlının bir yaşam serüveni var.Dünde yaşanan zaman,bugüne yansıdığında,değişen çok şey de oluyor elbette.
Hiçbir şey,bir önceki gündeki gibi kalmıyor ; bu ceviz ağacındaki gibi örneğin....
Ağacın,bir aylık serüveni bu fotoğraflar.
Sonbahar,yavaştan gelirken,yaprakları önce sararmaya başlıyor,sonra yavaş yavaş dökülüyor.
Yerdeki yapraklar çürürken,dallardaki yapraklar da kopmaya devam ediyor.Bu süreç,bir ay boyunca devam ediyor.
Ceviz ağacını izledim bu zaman diliminde.Her gün,yere düşen yaprakları izledim,çıplak kalan dallara konan serçeleri,kumruları daha bir belirgin gördüm.
Oysa,daha önce hepsi saklanıyordu yaprakların arasına.
Dallar çıplak kalınca,kedilere av olma durumları da arttı haliyle.
Kedileri mi kovalamalı,kuşları mı ürkütmeli ve yaşama şanslarını ellerine vermeli bu süreçte?
Hayatın,kendi içinde bir örgüsü var aslında.Her bir canlı,bir diğerinin yaşama nedeni.
Dokunmamak gerekiyor bu çarkın işleyişine ama içimizdeki o merhamet duygusu,kuşları kaçırmaya yönelik oluyor her keresinde.
Aslında,insan hayatı da,tıpkı bu ceviz ağacı gibi,yalnızca süreleri farklı ama bir farkla!
Doğadaki tüm ağaçlar,yapraklarını mevsimine göre dökerken,aslında bahara uyanmak için zamanı kolluyor.
Peki,ya insanoğlu....
Bizler,mevsimleri geçirirken,bahara,yaza hazırlanıyor muyuz?
İçimizdeki kışı üşütürken,baharı hayal ediyor,bedenimize,ömrümüze göre ayar veriyor muyuz?
Duygularımız da,tıpkı bu yapraklar gibi düşerken tek tek, son yaprağı saklıyor muyuz düşmesin diye?
Bizi,hayata bağlayan,o son yaprağı örneğin....
Ceviz Ağacını izledim bir ay boyunca.
Ömür de,böyle değil mi?
Geçiş dönemleri,hüzün,kasvet,mutluluk diye sıralanmıyor mu,tıpkı ağaçlar gibi?
Bahara,şurda ne kaldı?
Dallar tomurcuklanacak,ağaçlar meyveye duracak;
Hayat yeniden coşkuya dönüşecek.
O zamana,bu serçelerin,kumruların kaçı hayatta kalır acaba?
Hava da,epeyce soğuk.
Bir umuttur yaşamak der,şair!

26 Aralık 2019 Perşembe

#2019 yılının son güneş tutulması yaşandı bugün
Bizim görmemiz mümkün değildi elbette.
Ben de, akşam üzeri bu kareyi çektim.
Renklerin doğadaki yansıması her daim çekicidir.
Hava soğuk ve yağmurlu günlerdir.
Bir ara, 'güneş mi çıkıyor' dedim ama gökyüzü de, memleketin hali gibi karanlık uzun süredir.
-Asgari ücret demeyeceğim ;
-Boynunu büküp de, HDP' nin merdivenlerinde oturan, yine boynunu büküp de asgari ücreti belirleyen o kadın bakanın başındaki 180 Avro'luk eşarbı da yazmayacağım ;
-Saraya ödenen paranın, yarıdan fazlasını asgari ücretliye ödeyecekken, sarayın itibarından ödün vermeyenleri de yazmayacağım;
-İtalya 'nın bilmem ne kasabasında üretilen en milli arabayı hiç yazmayacağım;
-Ama en önemlisi, Kanal İstanbul'u 'Bana ne bana ne, ben istiyorum o kanalı, illa ki yapacağım' diye, tutturan büyük insanı asla ve kat'a yazmayacağım!
Geriye kalıyor, suya sabuna dokunmayan güneş tutulması.
E, bu toplum, daha da alkış tutarsa ne yapmalı?
Renklerin büyüsüne kapıldım bugün. ❤️

25 Aralık 2019 Çarşamba

#Yağmur, bir türlü kesilmiyor,aralıksız yağıyor.
Dünyanın adaletsiz, merhametsiz, çıkarcı bir dünya olduğunu dışarıdaki yağmurdan anlamak mümkün.
Atölyemde çalışıyorum, bir yandan da sıcak çayımı yudumlayıp, arada bir de dışarıya bakıyorum.
İnsanlar geçiyor, kaldırımdan, yaşlılar, çocuklar ve öğrenciler....
Bir genç kadın gidiyor, yanında eşiyle örneğin.
Ne ayağında bir çorap var ne de ayakkabı.
İncecik, yazlık kumaştan bir etek, üstünde ince bir yelek, bu soğukta dışarda geziyor kadın.
Ortaokuldan bir erkek öğrenci geçiyor cam kapının önünden, üstünde incecik baharlık bir mont,şemsiyesi de yok üstelik, yağmurda ıslana ıslana evine koşuyor.
Yaşlı bir teyze....
Yeleğini başına geçirmiş, sanki yağmurdan koruyacakmış gibi, ıslanarak gidiyor evine.
Bunun adı, yoksulluktur!
Eğer bir ana-baba, oğluna sıcak tutacak bir mont anlamıyorsa, bir kadın, çorapsız, ayakkabısız yağmurda yürüyorsa, bunun adı; yoksulluktur!
Bir yanda, bir eli yağda bir eli balda yaşayan güruh; çocuklarını pamuklara sarmış, Amerikalarda, sponsorlarla okutanlar, bir yanda üstü çıplak çocuklar!
Adalet mi bu?
82 Bin TL aylık maaş alacaklar, rakamı telaffuz dahi edemediğimiz bir servetleri olacak ama sokaktaki vatandaş bu halde yaşamaya mahkum edilecek, öyle mi?
Yüzlerce araçlık konvoyla, insansız, araçsız hava sahasından geçince insan, ülke gerçeklerinden bi'haber yaşıyor böyle.
Uğraşacak iş arıyor ve Kanal İstanbul mu, Zarar İstanbul mu ama aslında hepimizin bildiği ve de onaylamadığı bir düş aleminde yaşıyor.
Böyle saçma işlerle, projelerle uğraşacaklarına, fabrikalar açsınlar, insanlara istihdam alanları yaratsınlar, yaratsınlar ki, sokaktaki çocuk, yağmurdan ıslanarak, üşüyerek evine gitmesin.
Sıcak tutacak bir montunu alabilsin babası.
O genç kadın, çalışsın, kendi parasıyla ayağına bot, çorap alabilsin.
Bunlar olur mu peki?
Memleketi tarumar etmeye ant içmiş insanlardan bunu beklemeli miyiz?
Elbette hayal!
Onlar, saraylarında, sırça köşklerinde yaşasınlar ve elma kabuğunu atmayıp, sirke kurarak tasarruf yaptıklarını söyleyerek bizimle dalgasını geçedursunlar.
Ama bu durum, üstü çıplak, ayağı çıplak seçmenlerin eseri, ayrı konu.

24 Aralık 2019 Salı

#Canı yanan bir insanı, ancak canınız yanmışsa, yanıyorsa anlarsınız.
Gerisi boş laftır.
Atölyemdeyim, Barış Manço'nun 'Kol Düğmeleri' şarkısı çalıyor.
Dışarda, sağanak halinde yağmur yağıyor.
Biraz dursa, yola düşeceğim çünkü; hiç ertelemedim bugüne kadar babamı, abimi ve ailemin diğer bireylerini ziyaret etmeyi.
Kol Düğmeleri....
Babam, çok zarif giyinen bir erkekti. Kolalı gömlekleri ve illaki kol düğmeleri elbette.
Kuyumcu da olunca, altın kol düğmeleri takardı en zarifinden.
Çok da özenli bir insandı.
Traş losyonunun kokusunu hiç unutmadım.
O kokuyu her duyduğumda, içimde bir şeyler yaşıyorum yeniden.
İster özlem deyin, isterseniz yarım kalmış hayatlar;
Unutmak mümkün mü, o acı yılları?
Tutanakları okuyorum,sanıkların ifadelerini....
O dönemde, Sıkıyönetim Mahkemeleri vardı.
İki soldan, bir sağdan, her gün insanlar öldürülüyordu.
Niye ,canlara kıyılıyordu?
Çünkü;12 Eylül Askeri Darbesi için zemin hazırlanıyordu ülkemizde.
Maraş,Çorum katliamları, benim ailem, diğerleri, sağcısı, solcusu herkes bu oyuna alet edildi.
Çok insan öldürüldü,çok!
Amerika, ülkemizde ihtilali planladı, zemin hazırlandı ve 12 Eylül geldi.
Terörün sağcısı, solcusu yoktur, acı herkesin acısıdır.
Annelerin, babaların, eşlerin, kardeşlerin gözyaşları hep aynı acıyla aktı o yıllarda.
Yazık oldu ölen bütün canlara.
Solcu olunca üzülelim de,sağ görüşlü olunca sevinelim mi yani?
İnsanız,birinin canı yanıyorsa,bizimkisi de yanmalı.
Ben,en çok annemi izledim.
Anacığım......
Abimi toprağa verirlerken ,o feryatları,çığlıkları....
Toprağın üstünden alamadılar uzun süre.Tırnaklarını kazıdılar yağmurun altında,öyle eve getirebildiler.
Çocukluk anılarınız hiç unutulmuyor.Ne zaman,ne yıllar yararsız bunun için.
Her yıl,tam da bu günlerde aynı üzüntüyü yaşıyoruz aile olarak.
Babama gelince.....
Tutanakları okuyorum:
Hakim soruyor sanıklara :
-Ben yapmadım.
-Orda değildim
-Silahı verdim ama ben nerden bileyim Fetullahları öldüreceklerini!
Sanki,verdiği oyuncak silahtı arkadaşın.Birinin eline vermişsen silahı,o silah patlar.
Adı geçenleri takip ediyorum uzun süredir.
Biri, öldü gitti ama yattığı yerde bir daha yatmasın. Dilerim, çok acı çeke çeke ölmüştür.
Biri, sakal bırakmış, takkeyi de takmış, bir de hacca gitmiş, oldu mu size aklanmış, elindeki kan lekesinin çıktığını sanmış biri.
Bir diğeri, aynı silahla, gidip başkasını öldürmüş ama masum olduğunu söylüyor.
Ülkemizdeki adalet bu işte!
Cezasız kaldılar.
O günden bugüne hayatlarını yaşıyorlar sanki, ellerine kan bulaşmamış gibi.
Bizim payımıza da özlem, yaşanmamış duygular, yarım kalmış hayatlar ve babamın kol düğmeleri ve abimin fotoğraf makinesi ve gitarı ki; çok seviyordu gitarını ve şarkı söylemeyi ve albümlerdeki sararmış fotoğrafları düştü.
Yağmur hiç durmuyor ki, hiç değilse isimlerine dokunayım!
Tıpkı, 41 yıl önceki gibi,hiç durmaksızın yağan bir yağmur ve buz gibi hava var dışarda.
Yüreğiniz bir kez üşüdü mü, bir daha ısınmıyor bu hayatta.
Acılar yarıştırılmaz biliyorum.Sen,benden daha az ya da çok üzülmezsin,eğer canın yanmışsa.
Her hanede, aynı gözyaşı, aynı yarım kalan yürüyüşlerin öyküsü yaşandı,yaşanıyor.
Biz de, payımıza düşeni yaşıyoruz.
Ne hakla!
Ne hakla!

23 Aralık 2019 Pazartesi

#Aralık ayını hiç sevmem ben. Elimde olsa, takvimlerden silerdim bu ayı; hiç yaşanmamış sayardım yaşadıklarımızı.
41 yıl....
Koskoca 41 yıl geçti üstünden, oysa; daha dün gibi yaşadıklarımız.
Annemden öğrendiğim,' annemden' diyorum çünkü ; babamla yaşama fırsatım olmadı merhamet, vicdan, sevgi, saygıyı içinde taşımak.
Bir kırkayak böceğine basmamak ve öldürmemek için yaptığım savrulmanın faturasını ödemeyle bitiremiyorum hala.
Bir böcek deyip geçmemek gerek, bir can taşıyor o da ve bir cana kıyamazsınız.Bırakın,doğal yollardan ölsün.
Peki, bir insana kıyılabilir mi?
Günümüzde, gittikçe artan şiddetin dozunu, kadın cinayetlerini gördükçe, bu toplum hep mi içinde tutuyordu vahşet duygusunu da, gün yüzüne çıkardı diye düşünüyorum.
Bir cana kıymak.....
Planlayarak, tasarlayarak tetiğe basmak.....
Savunmasız, sırtı size dönmüş, evine, ailesine giden insanların üstüne kurşun yağdırmak.....
Korkaklık değil midir bu?
Cesaretiniz varsa yüzüne, gözlerine bakarak basın tetiğe bu kadar kolaysa ama alçaklık, korkaklıktı sizdeki.
Yürüyen, işinde gücünde, bir baba ve biri 18,diğeri 20 yaşında iki evladına kurşun yağdıran sizler....
O günden, bugüne; nasıl, yatağınızda rahat uyuyor musunuz?
Evlendiniz mutlaka, çoluk çocuğa da kavuşmuşsunuzdur, hatta torunlarınız bile olmuştur.
Nasıl duygular bunlar?
Mutlu oldunuz mu bunları yaşamaktan?
Kendinizle, ne kadar gurur duysanız azdır.
Peki, ya toprağın altına koyduğunuz benim canlarım?
20 yaşındaki abim örneğin....
Onun yaşam hakkını elinden alırken, 20 yaş diyorum, 20 yaş....
Nasıl kıydınız onca kurşunu üstüne boşaltırken?
Ne hissettiniz çok merak ediyorum?
Yere düşerken üç insan, kanları yağmurun altında sokağa yayılırken ne hissettiniz?
Gurur mu duydunuz kendinizle?
Mutlu oldunuz mu peki?
41 yıl önce, elinize bulaşan o kan kokusunu nasıl temizlediniz, cidden merak ediyorum?
Aileniz biliyor mu, sizlerin birer katil olduğunuzu?
Bilselerdi, sizi hala seviyor olurlar mıydı, ne dersiniz?
Sakladınız mı yoksa, bir baba ve iki oğlunu kurşuna dizdiğinizi?
Bir aileyi paramparça ettiğinizi, babasız büyüyen boy boy küçücük kalmış çocukları, yapayalnız bir kadını söylediniz mi eşinize, çocuklarınıza?
Bize bunları yaşattınız 41 yıl önce.
Sizler, kendinizi biliyorsunuz, isimlerinizi burda yazmayacağım.
Nasıl, çocuklarınızın saçlarını okşamak güzel değil mi?
Torunlarınız çok seviyor musunuz?
Karnesini, size koşarak getiren, mutlulukla gülümseyen çocuklarınız da artık büyümüştür değil mi?
Nasıl, mutlu musunuz, bizden bunları çaldığınız için?
Bir kırkayak böceğine basmamak için çekiyorum uzun zamandır çünkü; bize sevgi, merhamet, vicdan öğretildi.
Size ne öğretildi?
Nasıl, geceleri rahat uyuyor musunuz?

22 Aralık 2019 Pazar

#Bugün pazar....
Hayata uyanmış bir gün daha.
En çok, güneşli günlerde, daha da çok seviyorum atölyemi. ❤️
Bizler, güne uyanıyoruz ama doğa da uyanıyor.
Diktiğim ağaçlara baktım.
Hani,11 Kasım'da ağaç dikme etkinliği vardı ya!
46 fidan....
Elbette, bireysel çabam için iyi bir rakam.
5-6 selvi fidanı kurumuştu ama defneler ve diğer selviler iyi durumdaydı. Kuruyan fidanların yerine, yenilerini dikeceğim elbette.
Boşvermek, önemsememek yok fikrimde.
Beni bilen bilir, bir işin başına geçersem, peşini bırakmam.
Vazgeçmem-Ertelemem- Üşenmem!
Sonra, zeytin bahçesine gittim. Görmeyeli, daha da büyümüş zeytin ağaçları.
Yapraklarını sevdim, okşadım, kucakladım sevgiyle.
Bu zeytinlerden köşeyi döneceğim kesinlikle. 😉
Atölyemdeyim, zımpara yaptım dünkü ürünlere.
Kuşlar, balıklar, minik minik kalpler ve objeler....
Vakit alıcı ama sonucu iyi olacak bir uğraş bu.
Dışardayım, objeleri temizliyorum, bastonuna dayanmış, yaşlı bir amca gördüm.
Zorla yürüyordu.
Dedim,' size sandalye vereyim oturun.'
Şöyle bir bana baktı ve şunları sıraladı:
-Sağol kızım ama oturmayayım, yoksa yürüyemem.
Allah ne muradın varsa versin.
Allah, seni yetiştiren aileni bağışlasın.
Allah, tuttuğunu altın etsin.
Yöre insanının kullandığı her şeyi söyledi bana.
Oysa, sadece bir tabure vermeyi teklif etmiştim, olağan bir şeydi yaptığım.
Sıradan, her gün yaptığım şeylerdi bunlar ama insanlar artık o kadar yabancılaştı ki, o kadar düşüncesiz,o kadar saygısızlaştı ki, basit bir şeyi bile ne kadar önemli sanıyor insanoğlu.
Ben, bugün yine Tarkan günümdeyim.
Sürekli,Tarkan şarkıları dinliyorum atölyemde.
Arkadaşlarım da mecburen dinliyor. 😉
Kuşları boyuyorum önce.
Sonra, sıra balıklarda...
'Bir umuttur yaşamak' der ya şair!
Nefes aldıkça, umut hiç biter mi?
Yolunuz bugün sevgiye açılsın.
Yalnızca, sevgiye..... ❤️

21 Aralık 2019 Cumartesi

#Bütün gün,atölyemde dinlediğim,dilime dolanan tek şarkıydı.
'Uçmasam da göklere
Bir kuş olsam pencerene....'
Bir de söyleyen Tarkan olunca..... 🙂
E bir de,Tarkan gibi bakan gözler...
Tanrım! ❤️
YOUTUBE.COM
TARKAN: "Biz Nereye?" Live @ Harbiye, Istanbul - August 27th, 2015