30 Ekim 2022 Pazar

 Bugün Pazar...

En sevdiğim gün. ❤️
Bu ülkede, çiftçimizin, bırakın hayatını karartmayı, ellerini öpmeli, toprağı işleyip, ülkemize ürün verdikleri için.
Sabah ezanı da okundu.
İnsan, en sevdiği güne dinlenmiş olarak uyanır değil mi ama yorgunluktan uyku tutmuyor.
İyi ki, dönümlerce arazimiz yok. Olsaydı, nasıl baş edilirdi bilmem?
Dün, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 99.yılıydı.
Gurur duyuyoruz elbette.
Program akışını da bilmediğim için, etkinliklere katılamadım diye üzülüyordum ama meğer olması gereken etkinlikler yokmuş ki.
Böyle büyük bir bayram, böyle sıradanlaştırılır mı?
Sıradanlık, tehlikedir.
Cumhuriyetin, üreten kadınları olarak, dün hasat günümüzdü.
İnsan, toprak görgüsüzü olunca, her şey kıymetli oluyor.
Zeytinlerimizi hasat ettik dün.
Ama nazik nazik. 🙂
Elle, tek tek topladık hem de.
Bir dalı kırılacak, ağaçlar zarar görecek diye korkarak.
Dedim ya, insan, toprak görgüsüzü olunca böyle oluyor.
Daha ilk hasatımız bu, ağaçlarımız küçük ama önümüzdeki yıllarda, ömür yeter de görürsek büyüdüklerini, zeytinyağındaki bu fiyat artışıyla köşeyi döndük demektir. 😉
Zeytin, hayat ağacıdır.
Her zeytine dokunduğumda, elimde hissettiğim emek, alınteri, heyecan ve umuttu.
'İşte bu' dedim, 'Emeğin karşılığı bu.'
İnsan, gurur duyuyor bir işe yaramaktan.
Evimizin gereksinmesini üretmek de önemli.
Her yıl, zeytinyağına çok para veriyorum.
Dağ taş, ülkenin her yerinde zeytin ağaçları var ve dünyanın yanılmıyorsam, zeytin üretiminde dördüncü ülkesiyiz ama vatandaş zeytinyağına çok pahalı ulaşıyor; neden?
Çünkü ; ülkemizde bir tarım politikası yok, yapacak hükümet de yok.
Neyse....
Pazarımı, bu hükümeti konu ederek geçirmeyeceğim.
Aşırı yorgunum, aşırı.
Parmak uçlarım delik deşik, kollarım berelendi, yorgunluktan uyuyamıyorum ama olsun, toprak bu, emek verdiyse karşılığını almalı insan.
Elbette yorulacaksın.
Hasat bitti, zeytinleri yağ tesisine götürmeden önce ağaçları tek tek dolaştım. Dallarını okşadım, yaprağını öptüm ve ağaçlara teşekkür ettim, bize ürün verdikleri için. 🤗
Kulağınıza saçma gelmesin lütfen.
Ağacın meyve vermesi önemlidir.
Ya vermeseydi, değil mi?
Ağaçlarla ve doğayla aramda, tutkulu bir ilişki var elbette.
Yalan değil.
Sabahın 6 'nda, fırına ince tırnak ekmek siparişini verdim, fırıncnın sesi bile uyuyordu telefonun ucunda. 🙂
Hayat, böyle böyle geçiyor işte, yorgunluklar, sevinçler, mutlu anlar, sabahın köründe sıcak ekmek kokusu... 🙂
İyi Pazarlar. ❤️

 Atölyemden dışarıya bakıyorum, sokaktan geçen bütün kadınların ve erkeklerin tümü nerdeyse göbekli, şişman, obez diye tanımlanan sınıftan.

Bu insanları her gördüğümde diyorum ki :' Neden sürekli kendinizi besiye çekiyorsunuz ve bu kadar şişmansınız?
Az yiyin. Ne diyor uzmanlar, günde iki öğünle beslenin. Homini gırtlak yiyorsunuz, sonra da gelsin kilolar.'
Türkiye'de kriz mi var? Çarşı-Pazara gittiğinizde her türlü meyve-sebzeyi alıyorsunuz, markete gidiyorsunuz Çedar'ından Kaşarına, süzmesinden Ezine'sine o kadar peyniri almayacaksınız.
Kasaba gidip, et, bonfile, kıymayı neden her gün alıyorsunuz?
İnsaf edin, ülkede hayvancılık bitiyor, az yiyin de hayvanlar kesilmesin.
Balığı, tavuğu haftada kaç gün tüketiyorsunuz?
Yemeyin efendim.
Az yiyin az!
Bir de açlık çektiğinizi söylüyorsunuz ya, palavra!
Bakın çevrenize, herkes şişman ve şişmanlıktan yürüyemiyor.
Bunlar nasıl oluyor?
Çünkü...
Çok yiyorsunuz çok!
Aşırı beslemekten oluyor bütün bu kilolar.
Ne demek, hala en ucuz gıda ekmeğe abanıyor, pilavı, makarnayı ekmekle yiyor diye sızlanıyorsunuz?
Yoksa siz....
Sürekli karbonhidratla beslenmekten mi kilo alıyorsunuz?
İstediğinizi yiyip içemiyor musunuz?
1 paket süt 20 TL. 3 kg. Yoğurt 50 TL. mi?
Kıymayı gramla mı alıyorsunuz?
Bu yazının konusu, aşağıdaki şu paragrafı söyleyen kişiye aittir.
'Atmayın kardeşim!
Siz sırf hükümeti kötü göstermek için söylüyorsunuz bunları.
Bu ülkede kriz falan yok.
Bak sokağa, herkes şişman.'
Ben de diyorum ki, bunun üstüne
'Konu kapanmıştır.'
Bu yazıyı sonuna kadar okuyanlara bir not:
Necmettin Batırel diye Türkiye Gazetesi'nin yazarı biriymiş bu zat;
Hani bu şeyi şu sözüyle de anımsayın:
Bir programda, '10 Milyar doları şakkadanak satarım' diyen kişi bu.
Engin bilgisini, bu kez de sokaktaki şişman insanlara kullanmış ve meğer bu ülke açlıktan değil, tokluktan kilo alıyormuş.
Hani,' yetmez ama Allah belanızı versin' diye bir söz var ya!
Çarşı-Pazara çıkan ben, gerçekleri gören ben ama söz sahibi olan bu şeyler.
'Pes' diyorum artık.

 Nerden aklıma geldi bilmem, sabahın erkenin de 'Akrabalık' denen şey ?

Belki de, ç-aldıklarını yiyen birileri ölmüştür de, ayan olmuştur.
Belki!
Bazı sözler var okuyorum, bilgeliğin ötesinde, tam da hayat dersi insana.
Örneğin, şu söz gibi:'Cinsel yolla bulaşan en kötü hastalık, Akrabalık!
Akrabalık bağı, kan bağını anlatır ama birçoğu ile' Keşke, hiç olmasalardı 'diyen de çoktur elbette.
Akrabalarınızın, kan bağınızın olduğu en yakınlarınızın yaptığı ihaneti düşmanınız yapmaz.
Ben, kan bağı yerine' Can Bağı'nı' tercih edenlerdenim.
Başım sıkıştığında, aklıma ilk kim geliyorsa, kan bağım odur.
Akrabalık ilişkisinde, birbirini kollayan, çıkar beklemeyen, zora sokmayan insanları anlarız ama en büyük kazığı da bu grup atar.
Eğer söz konusu para ise ve çıkar varsa işin ucunda, ortada ne kan bağı kalıyor ne de geçmişin güzel anıları.
İnsanlarda bir bencillik, bir can yakma tutkusu ve önünü sonunu düşünmeden yapılan eylemler başladığı zaman, geri dönülmez bir sarmala giriliyor.
Para dediğiniz nedir ki?
Mal-mülk...
Her zaman, şunu düşünürüm: Çok yaşarsanız 100 yaşayacaksınız, onun da ikinci yarısı hastalıkla geçiyor.
Mezara giderken elinizde evinizin, arabanızın anahtarıyla gömülmeyeceksiniz.
Bu ne hırs?
Dünyada kalacak mallar için birbirini yiyen aileleri de hiç anlamayacağım.
Al, hepsi senin olsun!
Çalıştın mı, sen mi kazandın o bırakıtları?
Ana-Babadan kalan mirasın üstüne bir tuğla da sen koydun mu?
Neyi artırdın bıraktıklarının üstüne?
Babadan kalan mirasın üstüne yatıp, hiçbir çaba harcamadan, hak yiyerek mal mülk edinenler yok mu çevrenizde?
Akrabalarınız, her türlü dalavereyi çevirip, mallarınızı üstüne konan yegane gruptur.
Aksini gören, duyan var mı?
Dünya kadar malın olsa ne olur?
Sen de öleceksin bir gün.
Değer mi?
Tarlaların kıyısından geçerken büyük, çok büyük araziler görürdüm, hatta çiftlik evleri.
Çoğu, parçalanmış, satılmış araziler, tarlalar....
Babanın bıraktığı mirası, bir adım öteye götüremeyen evlatlarının, kumar masalarında, pavyonlarda yediği söylenirdi.
Haklılardı da.
Sen, eğer aklı başında, kafası çalışan, üreten, vizyon sahibi bir evlatsan, o mala sahip çıkarsın.
Yok değilsen, kendini de rezil dersin, çevreni de.
Örnekleri o kadar çok ki!
Çalış
Üret
Kazan.
Baban kadar aklın yok mu?
O başardıysa, sen de yapabilirsin!
İşin kolayına kaçmayacaksın.
İnsansan, bir varlık değerin varsa, önce kendine kanıtlayacaksın.
Sonrası zaten gelir!

25 Ekim 2022 Salı

 Kibarlık ve nezaket üstüne...

Her zaman şikayet ediyoruz, eskiden yaşadığımız her şeyin farklı olduğundan.
Eski bayramlar, eski komşuluk ilişkileri, eski tatlar...
Buraya kadar tamam da, 'eskiye ait iyi şeyleri korumak için sen ne yaptın' diye sormazlar mı insana?
Nesilleri iyi yetiştirmek gerek.
Ailemizden öğrendiğimiz her ne varsa incelik ve nezaket adına, onlara aktarmayı başarırsak yol alır ve şikayet etmeyi keseriz.
Bakın size, nesillere bir hayrı olmayacak örnekler vereyim :
Dün, semt pazarına gittim.
Pazar fiyatlarının uçukluğunu söylemiyorum bile.
Planladığımdan daha fazla alışveriş yaptım, biraz da ağır geldi elimdekiler.
Arabayla gitmeyince böyle oluyor bazen.
Aynı mahalleden biriyle karşılaştım. Alışverişi bitmiş, eve dönüyordu ve pazar arabası da yarıya boştu.
Biz olsak ki, annemizin öğretisidir, komşunun elinden alırız birkaçını ve eve kadar getiririz.
Aynı yere geliyorsunuz çünkü.
'Elinizdeki de ağırmış' dedi ve yürüdü gitti.
Bu düşüncesizlikteki insanların yetiştirdiği çocuklardan ne çıkar?
Basit bir örnek gibi gelebilir ancak; yardım etmek duygusu, o anda düşünmek, algıyı açmak çocuklara öğretilmeli.
Öbür türlü, yürüyüp giden bireylere dönüşürler ilgisiz, nezaketsiz, kaba.
Bu yaşıma rağmen, sokakta, elinde poşetlerle giden birilerini gördüğümde yardım teklif ediyorum ve evine kadar da bırakıyorum.
Ne olmuş yani, zamanım mı gitti, elim mi kirlendi?
Yardım etmek, teşekkür etmek, gülümsemek de parasıyla değil ya!
İnsanın ruhunu okşar bu tür incelikler.
Atölyemin önünde çalışıyorum, küçücük bir erkek çocuğu durdu, bana baktı ve 'Kolay gelsin' dedi.
Bu kadar basit işte, insanın gününün güzel başlaması,
Bu kadar basit.
Nezaketsiz, düşüncesiz, kaba insanlara çok sinirleniyorum.
Yalan değil.

 Aktivistler...

Birkaç haber okudum. Biraz da eleştiri olsun şu aktivistlere.
Protest duruş önemlidir ve savunduğunuz her neyse sonuna kadar gitmelisiniz.
Çark etmek olmaz.
Peki, nedir bu aktivistlik?
Aktivist,dilimize Fransızca 'dan yerleşmiş, sıkça kullanılan bir sözcük ve eylem yapan insanları tanımlıyor.
Elbette, sorun olarak gördüğünüz her şeyi eleştirebilir, sokağa çıkar, eylem yapabilirsiniz ama bunu vandallık boyutuna getirmek, ortalığı yakıp yıkmak, ortak kullanım alanlarına zarar vermek şeklinde olamaz.
Fransa'nın başkenti Paris' te, Uluslararası Otomobil Fuarı'nda, Ferrari başta olmak üzere, lüks segmentteki kırmızı otomobillere siyah boya atıp, ellerini tutkallayıp, kendilerini arabaya yapıştırmış aktivistler.
Almanya' da, ünlü izlenimci (Empresyonist) ressam Monet'in Les Meules tablosuna patates püresi atmış aktivistler.
Saçmalık ötesi iki eylem bu.
Neyi eleştiriyorsunuz, amacınız ne bir sanat eseri ya da bir üretime zarar vermeye çalışarak?
Neyse ki, galerilerde, böyle önemli eserler koruma altına alınıyor da, zarar görmüyor.
Ama niyet önemli elbette.
Ya tablo zarar görseydi?.
Bu dünyaya, sanata bir iz bırakmış Monet bir daha gelir mi, o tablo bir daha yapılır mı?
Eylem yapmanın da bir çizgisi var.
Ferrarilere o boyayı attınız da ne oldu?
Yüzlerce işçinin emeği var o arabalarda.
Yaptığınız eylem, bir işe yaramalı.
Ben de, onaylamadığım birçok şeyi eleştiriyorum, protesto da ediyorum ama elime bir parke taşı alıp camı çerçeveyi aşağıya indirmiyorum, bankomatlara zarar vermiyorum, herhangi bir şeyi kırıp dökmüyorum.
Vandallıktır bunun adı.
Dilim var konuşacak, kalemim var yazacak.
Kitlesel bir protestoya da katılırım ama bir şeylere zarar vermek olamaz.
Vatandaşın parası, milli servet, sanatsal bir değer olan her şeyi kapsar bu.
Bu nedenle, Fransa ve Almanya'daki, aktivistlik adına yapılmış bu eylemleri onaylamıyorum ve kınıyorum.
Eleştirmeye, eyleme Evet;
Vandallığa hayır!
Bir 2 kişi ve oturan insanlar görseli olabilir


23 Ekim 2022 Pazar

 Bugün Pazar...

En sevdiğim gün. ❤️
Polisiye kitap yazarı Ahmet Ümit, bir söyleşisinde 'Siz, Türkan Şoray olsanız, Kadir İnanır' ın peşinden gitmez miydiniz? ' diyor.
Bunu, Atıf Yılmaz' ın, Cengiz Aytmatov' un Kırmızı Eşarp romanından çektiği, Türk sineması tarihine geçmiş muhteşem filmi' Selvi Boylum Al Yazmalım' daki Asya için söylüyor.
Asya, İlyas ve Cemşit arasında geçen bir öykü bu.
Peki, siz olsaydınız, aşık olup evlendiğiniz, çocuk yaptığınız ama sizi terk edip başka bir kadını seçen bir erkek, İlyas'ı mı seçerdiniz;
Yoksa, çocuğunuza ve size evini açmış, sakin, huzurlu Cemşit 'i mi?
Bu filmde, bir kare beni çok etkilemişti.
Cemşit' in, çocuğa yaptığı salıncak.
Çok ince, düşünceli, tam bir baba gibi davranan ama hiçbir şeyi olan bir erkek.
Burda, şu soruyu sormalı : İnsan, sırf çocuğunu seviyor ve kendisine aşık diye bir erkeği mi seçmeli, yoksa, yıllar sonra çıkıp gelen, hala aşık olduğu erkeği mi?
Türkan Şoray, yani Asya tercihini kimden yana kullanmış, filmi izleyip öğrenin ama ben olsaydım,
Evet,Kadir İnanır çok yakışıklı bir erkek ama parayı bulunca terk edip, sorumluluk almayıp, çözümü başka bir kadının kollarında arayan da bir erkek.
Yıllar sonra çıkıp gelmesi bu gerçeği değiştirdi mi?
Peki ya Cemşit!
Sevmiyorsun ama vefa diye seçmen gerekiyor mu?
Peki, bu durumda sen, yani Asya, senin hayatın ne olacak?
Geride kana hayatın, isteklerin, belki başka bir aşk...
Sevmediğin bir insanla ömür geçer mi?
En doğrusu, tabii bana göre ; Çocuğunu alacaksın, iki erkeği de arkanda bırakacaksın ve yolunu kendin çizeceksin.
Güçlü bir kadın olmak bunu gerektirir.
Vefa diye bir erkek istenmez, başka bir kadına giden erkek affedilmez çünkü.
Ben, Asya değilim elbette ama fikrim bu.
Değil Kadir İnanır, Brad Pitt olsa bile değişmez-di. 😉
İyi Pazarlar... ❤️

21 Ekim 2022 Cuma

 Kadının toplumdaki yerini, hayatının neresine koyduğunu bilemeyen, anlamayan, en tepeden en aşağıya erkeklere, Can Yücel 'in bu şiirini gönderiyorum:

Sen fabrikadaki kadının baş örtüsünü görüyorsun ben ise nasır tutmuş ellerini.
Sen yüzündeki makyajını ben anlındaki kara yazısını
Sen ev işlerindeki marifetini, ben ruhundaki güzelliği
Sen evde pişirdiği yemeği, ben haksızlığa karşı öfkesini.
Ben kadının paylaşımcılığını, sen paylaşılması gerektiğini.
Ben kadının analığını, sen doğurması gerektiğini
Ben kadının insanlığın, sen nasıl kullanılacağını
Ben kadının her yerde olması gerektiğini, sen evde diz kırıp oturmasını.
Ben tarladaki kadının emeğini, sen evde ne pişirdiğini
Sen sokaktaki kadının bacaklarını, ben havadaki yumruğunu
Sen kadının gözlerindeki maviliği, ben kalbindeki derinliği
Ben kadının ayakta durabilmesini, sen hareme alınmasını
Ben kadının idareci olabileceğini, sen idare edilmesi gerektiğini görüyorsun.
Sen de İnsansın, ben de!
Can Yücel
Sen kimsin, siz kimsiniz ki kadını istediğiniz forma sokup, anlam yükleyeceğinizi sanıyorsunuz?
Kadınları, değersiz kılmaktan vazgeçin artık.
Sen de değerlisin kuşkusuz ama bir kadının gözünde, şu hayatın içinde bir değer misin, ayrı konu?

 'Yanlışlar, hep başlangıçlarla ilgilidir.'

Cesare Pavese
Böyle sözleri önemsiyorum çünkü; y-önünüzü belirlemek için deneyim dolu insanlardan çıkar.
Hani, ilk düğmeyi yanlış iliklerseniz, sonrası da yanlış gelir ya!
CHP, duygusal bir parti ama hayatın ve siyasetin gerçekliğinde duygusallığa yer yok.
Milletvekilliği seçimlerinde, merkezden belirlenen adayların bir kısmı partiye zarar verdi.
Ne kadar görmezden gelsek de, bu gerçeği değiştirmez.
Deniz Baykal örneğin...
Neden milletvekili yapıldı?
Neden, maaş veriliyor bu insana?
Vefa diye, bir insanı topluma yarar sağlamayacak, çözüm üretmeyecek, üstelik de hasta birini vekil yapamazsınız.
Bu yanlıştı.
Peki ya, Evliya Çelebi'ye bile rahmet okutan Mehmet Ali Çelebi neden milletvekili yapıldı?
Ergenekon ve Balyoz davalarından, yaşlı, ayakta duramayan komutanlar hala cezaevinde ve yargılanıyorken, bu neyin adaylığıydı?
Adam, seçildi diye yıllardır vatandaşın parasıyla maaş alıyor.
Üstelik de, kendisini seçtiren partinin üstüne partileri değiştirerek.
Bakalım, AKP' de neyi umarak, kaç gün kalacak?
Malum. Seçimler kapıda ve ilk seçimde AKP kaybedecek.
Bu nasıl bir öngörüsüzlüktür.
Bari gideceksen de bu AKP olmasın-dı.
Ya da, geçmişte yaptığı konuşmalardan ve duyduğu yanıtlardan sonra, bilmem ki, aklı başında bir insan bu tercihi yapar mıydı?
Bize öğretilen, ilkeli ve kararlı bir duruştur.
Çark etmek, ödün vermek bizim kitabımızda yazmaz.
Bir insan, 'Dön baba dön' diye parti parti geziyorsa, o insandan memlekete ve siyasete ne hayır gelir?
Ekranda, eşiyle birlikte rozet takma törenini izledim de....
Eşinin orda ne işi vardı?
Kaldı ki, yapılan konuşmanın o kadar...
Bir kadın olarak, biri bana o konuşmayı yapabilecek öyle mi?
Hayret!
Ben olsam, çok utanırdım doğrusu.
Ama gülümsüyordu.
Omurga, yalnızca ayakkabınızı bağlarken eğilir.
Ötesi.....?

 Sosyal bir devlette, aslında ne olmalı?

Burası, atölyemden dışarısı ve her öğlen arasında, ortaokulun öğrencileri bu kaldırıma oturuyor, en yakın zincir marketlerden cips, nodul, kraker, bisküvi, gofret vs. alıyor ve karınlarını doyuruyor.
Eskiden, iki devre eğitim varken, sabahçı öğrenciler öğlen saatinde evde olurdu, öğlenci öğrenciler, karınlarını doyurmuş olarak okula gelirdi.
Merak ediyorum, sabahtan, öğle sonrasına kadar eğitim alan bu çocukların karnı nasıl doyacak, zihinleri açık olarak nasıl doğru eğitim alacak, dersi anlayacaklar?
Siz olsanız anlar mısınız?
Yeterli beslenmeyen bu çocuklardan ne bekleyeceğiz?
Her gün, aynı kareleri izliyorum.
Yahu!
Koskoca devlet, 18 milyon öğrencinin öğlen saatinde karnını doyuramıyor mu?
Neden okullarda yemek verilmiyor bu çocuklara?
Cüz'i bir miktarı belirleyin, yemek hazırlatın ve bu öğrencileri, öğlen yedikleri sağlıksız gıdalardan koruyun.
Bu kadar zor mu bunu organize etmek?
Konvoy yaptığınız lüks araçların deposundan , saltanatınızdan yapacağınız ufacık özveriyle bu çocukların karnı doyar.
Acıyorum, ergenlikte çok daha iyi beslenmesi gereken bu öğrencilerin haline.
Nodula, ekmeğe, cipse abanarak boyu posu uzar mı, bedeni gelişir mi, aklı dinç kalır mı?
Ne lanet bir dönem yaşıyoruz.
Şu seçim olsa da, bir an önce bunlardan kurtulsak.
Yerine gelecek hiçbir hükümet, bundan daha kötü olamaz emin olun.
Çocukların ellerinde ayran, su,süt, meyve suyu olacakken kola kutuları...
Olmaz ki!
Bir 3 kişi görseli olabilir

 Atölyemden...

❤️
Çalışmadan, üretmeden geçen zamanın acısını çıkarmak için arkadaşlara da hiç acımadan başladık bakalım. 🙂
Çok zalim olduğum doğru, yalan yok. 😉
Elbette, arkadaşlarım çok düşünceli, ince fikirli, nazik insanlardan oluşuyor.
Her yıl olduğu gibi çiçeklerimiz yerini aldı atölyede.
Kahveler , çaylar, pastalar, börekler ve çok keyifli sohbetler....
E, daha ne olsun değil mi?
Araya da, üretimi katarız artık. 🤗
Benimle birlikte olan, enerjisi yüksek,çalışan, üreten, hayata güzel şeyler katan, sohbetleri keyifli arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. 🙏
Hepsi sevgimde.... ❤️