30 Mart 2020 Pazartesi

#LEYLA'NIN EVİ kitabı üzerine...
Dün,bu kitap bitmeye hazırdı artık.
Zülfü Livaneli'nin ,müthiş akıcı dilinden kurgulanmış,güzel bir roman Leyla'nın Evi.
Tiyatroya da uygulandı bu kitap ama ben bir film yönetmeni olsaydım bu kitabın filmini yapardım doğrusu.
Çok iyi bir öyküsü var ve hayal dünyanızı zenginleştirecek kareleri.
Örneğin,bir barda,spotların altında,Leyla'nın ojeli,yaşlı parmaklarının piyanonun üstünde çaldığı müziğin fotoğrafı....
Ya da, Ali Yekta Bey'in ,o inanılmaz finale giden davranışının kameraya yansıması....
Ya da,o müthiş final sahnesi.
İnsan,kitabın ikinci yarısında bu finalin geleceğini biliyor aslında ama hani,katilin hep uşak çıktığını biliriz ama filmi heyecanla izleriz ya!
Herkesin hayatı kendine özel bir öykü elbette.
Bazen,kendi isteğimizin dışında gelişen olaylar,biz ne kadar istesek de,finale gitmez.
Bazen,birilerinin desteği gerekir bu final için.
İstemekle olsaydı her şey,dünya daha yaşanılabilir olurdu ama hayat bu,çark sizin etrafınızda dönmüyor her zaman.
Leyla'nın öyküsü de,doğumundan başlıyor yalnızlığa ve dönemin tutucu dünya görüşüyle geçen eksik yıllar ve tek başına yaşanan ve ordan oraya savrularak yiten bir ömürle de finali yapıyor ama Ali Yekta Bey olmasaydı,bu final yaşanmayacaktı elbette.
O kadar iyi kurgulanmış ki kitap,okurken,sanki İstanbul'un kıyısında dolaşıyor,o yalıda nefes alıyorsunuz.
Dedim ya,bir film yönetmeni olsaydım,bu kitabı asla kaçırmazdım.
Kitabı,dün gece bitirdim,çok da keyifle okuduğumu belirtmeliyim. Üstüne de epeyce düşündüm.
İçimizden geçen ne öyküler var aslında, kendimize saklı.
Orası,İstanbul'da bir yalı,boğaz kıyıları ve Cihangir....
Buraları başka bir dünya ama içinden her gün öykülerin geçtiği bir dünya.
Herkesin öyküsü kendisine ama bizler,günü öylesine yaşarken,aslında farkında olmadan kendi öykümüzü de yazıyoruz.
Bu kitabı okumayanlar varsa öneriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder