21 Ağustos 2025 Perşembe

 6 bakanlıktan daha fazla bütçe verilen ve en gereksiz ve kapatılması gereken kurum diyanetin minberin kılıçlı başkanı, saçmalamanın üst sınırını zorluyor şu anda ve toplumun sinir uçlarıyla bilinçli oynuyor.

Yoksa, bu saçma hutbelerin oluru yok elbette.
Kısaca değineyim, nedir bu saçmalıklar?
İslam inancında, kadınlara verilen 2'ye 1 miras hakkı.
Medeni Kanun yok çünkü bu ülkede!
Diğeri de tam evlere şenlik.
Kafayı kadın bedeni ve cinsellikle bozunca bu kurum ve içindekiler...
Neyse...
Siz, açıkladıkları zırvalığı okuyun.
Biz, bu zırvalıklarla uğraşırken, göllerimiz, barajlarımız kururken, aylardır tek damla yağmur düşmüyor ve kuraklık ve susuzluk kapıdayken altın çıkarmak için yabancılara peşkeş çekilen topraklarımızda susuzluğun asıl nedeni ne musluktan akan su, ne tarla sulamakmış meğer.
Evet!
Bilinçsiz sulama var ama bu koskoca Beyşehir Gölü'nü kurutur mu,ya da diğer su kaynaklarını?
Tek damla yağmur da düşmüyor.
Peki neden?
Yağmuru getirecek ağaçlar nerde?
Yandı Bitti Kül Oldu!
Peki, 9 Milyon 900 Bin müfuslu İsrail, savaş açarken, bir yandan da bu teknolojiyi nasıl geliştirir?
Deniz suyundan, içme, tarla sulama suyu sağlıyor şu tesiste.
Biz de, 'evlenmeden önce belli ölçüde mahrem yerlere bakılabilir' diyen diyanetin zırvalıklarıyla uğraşalım.
Bu ülkeye verilen nasıl bir cezadır bu?
Öde öde bitmiyor!





 Çinliler, insan gücü ve zamandan kazanmak için teknoloji geliştirmiş ve ormanları yenilemek amacıyla lazerle kesim işine başlamış.

Orman işçilerinin kesim aşamasını izleyenler bilir; ağaçlara tırmanıp,aşama aşama indirirler ağaçları.
Bu, hem zor hem de güvenli bir yöntem değil.
Kaç işçi öldü bu kesim yüzünden kim bilir!
Elin adamı, teknolojiye kafa yorarken, bizim ormanlarımız cayır cayır yanıyor, yakılıyor.
% 98' i insan eliyle çıkarılıyor yangınların.
Gördüğünüz kareler de Kocaeli' nden.
Siyah kıyafetli bu alçaklar, ağaçlık alanı ateşe verip kaçıyorlar.
Ağacın ve içindeki hayvanların birer canlı olduğunu ve diri diri yanacağını bilerek üstelik.
Sanırım Kore'deydi; ormanı yakan kişiyi yangının içine atmışlardı.
Acımasız gibi geliyor değil mi kulağımıza?
Binlerce ağaç, binlerce hayvan da aynı şekilde yandı, onlarınki can değil miydi?
Peki, şu karelerde görülen insan müsveddelerine ne yapmalı?
Yüzleri görülüyor zaten.
Tespit etmek de hiç zor değil kimliklerini.
Bunları alacaksınız, önce içerde biraz tutulsunlar bakalım;
Kuraklığa bağlı olarak, Kasım ayı uygun olursa eğer içerden çıkaracaksınız, ülkemizde yanan, yakılan her bölgeye götüreceksiniz ve bütün dağlara, tepelere, kıyılara elbette uzman görüşü alınarak yanan her ağacın yerine tek tek fidanları diktirecek, bakımını da yaptıracaksınız.
Ta ki, ağaçlar ormana dönüşene kadar.
Her yangın sonrası ağaç dikme lafı edilir ama bu doğru değil. Yanan alanlar, birkaç yıla kendini toparlar zaten.
Yeter ki, maden arama, otel yapma gibi peşkeş çekilmesin.
Bilinçli ağaç dikmek için uzman görüşü şart.
Yoksa, her yanan yere fidan dikilmez.
Lütfen, bunları da bilelim.
Kore gibi ateşe atalım demiyorum ama böylelerine de ceza şart!




 Çocukluğumun seslerinden biriydi Banu Kırbağ.

Minicik bir kadındı.
Birkaç yıl önce, bir müzikal ile gelmişti Adana'ya.
Eski halinden eser yoktu elbette, hepimizi bekleyen son gibi.
Her şeyin unutulacağını anlatıyordu şu şarkısında:
'Unutulmaz deme bana
Unutulur unutulur.
.....
Bir rüyadır gelir geçer
Her aşk bir gün mazi olur
Unutulmaz denen günler
Unutulur unutulur.
Kısmen haklıydı şarkısında.
Yaşanan hiçbir şeyi unutmuyoruz aslında, alışıyoruz yalnızca.
Külleniyor acılarımız, hüzünlerimiz ama geçmiyor ölünceye kadar.
Bunları düşünürken aldığım haberler, hastalar, kayıplar, onlarla yaşanan anılar düştü aklıma ve Zakkum grubunun şarkısı düştü dilime.
Anason kokarken sofralar
Yaşlandırıyor seni aynalar
Her geçen yıl birer birer
Masadan eksiliyor dostlar.
Masadan, hayatımızdan yavaş yavaş eksiliyor dostlarımız.
Çocukluk anılarımda yer etmiş komşularımız, büyüdüğüm her evrede tanıdığım insanlar, arkadaşlarım, dostlarım birer birer eksiliyor hayatımdan.
Oysa bugün, beni çocukluğuma götüren ama olayı hiç anımsamadığım bir anımı dinledim, hiç tanımadığım bir kadından.
İnsanın geçmişine tanıklık eden insanlarla rastlaşması ne hoş bir duygu.
İkimiz de çocukmuşuz.
Benim anımsamadığım ama onun unutmadığı bir anı.
Herkes bir şekilde geçiyor hayattan.
Kimi iyi kimi kötü izler bırakarak.
İnsan yaş aldıkça, masadan kalkan dostların sayısı çoğaldıkça ,
daha mı hüzne dalıyor nedir?
Çingeneler Zamanı...
Ne güzel bir müzikaldi, neşeli, coşkulu.
Bu dünyadan, bir Banu Kırbağ geçti.
İyi ki de geçti.

19 Ağustos 2025 Salı

 Toplumun tüm ayarları bozuldu iyice.

İnsan, daha ne kadar utanır acaba yaşadığı ülkeden?
Şimdi, bu haberi okuduğunuzda 'Böyle bir şey olabilir mi ' diyorsunuz değil mi?
Size, yakın zamanda tanık olduğum bir olayı anlatıyorum:
Yer...
Adını boşverin, adı saklı olsun.
Yaşlı ve yalnız yaşayan bir amca, evinin altını Suriyeli bir baba-oğula verir, kira almadan, hayır diye.
Gün geçer, amcanın yürüyüşünde bir tuhaflık başlar.
Her cuma gittiği camide, tesadüf bir doktor da vardır.
Doktor, amcadaki tuhaflığı görür ve köşeye çeker sorar:
-Amca, sen nasıl yaşıyorsun, yalnız mısın falan diye?
Amca da, yalnız yaşadığını, her akşam alt kattaki komşusunun kendisine yemek getirdiğini, her yemekten sonra hemen uyuduğunu, sürekli bacaklarının ağrıdığını anlatır.
Doktor, anlar durumu ve amcayı hastaneye götürür.
Meğer, Suriyeli baba-oğul, her akşam içine uyku ilacı attıkları yemeği amcaya getirip, amca uyuyunca, her ikisi de sırayla tecavüz ediyormuş.
Durum anlaşılınca ilçe ayağa kalkar, ev taşlanır, Suriyeli baba-oğul kaçarlar.
Yani, demem o ki; Suriyeliler yetmemişti ülkenin ahlaki yozlaşmasına, sıra yurdum insanına gelmiş demek ki.
İnanılır gibi değil mi bu haber?
Uyuşturucu kullanıyor, mental yönden arızalı diyerek bahane üretmeyelim lütfen.
Toplum, iyice zıvanadan çıktı.
'Tımarhanelik olmaya ramak mı kaldı' demeli yoksa?


17 Ağustos 2025 Pazar

 Bugün Pazar.

En sevdiğim gün.❤️
Güven, sevmekten de öte bir duygu ve bir kez yitirdiğimiz zaman gerisi gelmez, hep bir şüphe vardır artık içimizde; 'Ya yeniden yaparsa '
Hayat insana çok şey öğretir.
'Aynı suda iki kere yıkanılmaz, hiç kimse ikinci bir şansı hak etmez, Affetmek büyüklüktür ....' gibi gibi.
İlk ikisine katılmakla beraber, affetmenin büyüklük olduğuna inanmayanlardanım.
İlkinde hata yapan, affedildiğinde ikincisini, üstelik daha büyük olarak yapar.
Kalemi, ilkinde kırın gitsin.
Bazen, karşımızdaki insana ne kadar güvenebileceğimizi anlamak için bir şeyler yaparız denemek anlamında.
Bakalım, ne kadar iyi, ne kadar dürüst, ne kadar işin ehli diye.
Bu söz ki, son günlerde okuduğum en anlamlı sözlerdendir; seni oltaya getirdiğini sanırken birileri, belki de oltaya gelen kendileridir ve bunu bilmiyorlardır.
İnsan, güvenmek ister, birlik ister, güzel şeylerde buluşmak ister.
'İnsan, insanla çoğalır ' derim her zaman.
Bu, özel ya da değil, hayatın her alanında geçerli benim algımda.
Çok da uzun olmayan ömürde, gereksiz duygular, gereksiz hırslar, gereksiz kötücüllüklerle neden uğraşır ki insanlar?
Güvenmek, inanmak, sevmekten de öte bir duygu.
Olta, her zaman kazanmaz. Belki de, kaybeden sensindir.
İyi Pazarlar.❤️



16 Ağustos 2025 Cumartesi

 Ülkemizde, her bölgemizde sıcaklık, kuraklık, susuzluk had safhada.

'Küresel Isınma ' temel etken elbette ama % 98' i insan eliyle çıkarılan orman yangınlarında kalmayan ağaçlarla nasıl yağmurlar yağar, barajlar dolar, tarım yapılır, dolayısıyla sanayi gelişir?
Ağaç, candır!
Elin adamı, ağaçların dallarına bile çip takarken, bizim ülkemizde bu kadar hoyrat davranılması akıl alır gibi değil.
Hani, vicdan ve merhamet diyorum ya!
Sanırım, insanlarda kaybolmuş bu duygular.
Bahçeli evler nerdeyse kalmadı artık.
Yürüdüğüm mahallelerde, hala var olan bahçelerin sahipsiz kalmasının ne demek olduğunu gördükçe daha çok üzülüyorum.
Bu ağaçlar da bir canlı.
Onların da suya, bakıma gereksinmesi var.
Aylardır, tek damla yağmur düşmedi bölgemize ve yakıcı, kavurucu sıcaklardan kavruluyor şu anda portakal, turunç ve narenciye ağaçları.
Meyve tutan dallarında, aşırı susuzluktan meyveler kuruyor, olanı da gelişmiyor.
Yazık değil mi bu ağaçlara?
Nurlarda uyusun Annem derdi ki :' Sahipsiz evlerin yasına oturmalı'
Bir evde Anne-Baba ölünce, evler cidden sahipsiz kalıyor.
Her mahallede, her sokakta görüyorum kuruyan ağaçları.
Portakal yok, turunç yok, mandalina yok, zeytin yok.
Kurumaya yüz tutan ağaçları ben görüyorum da, başkaları görmüyor mu?
Vicdan ve merhamet, boşa düşen sözcükler mi artık?
Bir cezası olmalı ağaçlara bu kadar hoyrat davrananların.
Bir cezası olmalı.



 Ne kadar utanılası günlerden geçiyoruz değil mi?

Bir omurgasızlık hali var sormayın gitsin insanlarda.
Çark edenler, ihanet edenler, liyakatsızlar bitmiyor bir türlü.
Yargı, bağımsız değil, doktorlar Hipokrat Yemini etmemiş gibi kararları veriyorken, insan neye umutlanacağını bilemiyor doğrusu.
İnsanların ihanetine baktığımda en iyisi hayvanlar diyorum.
Sıcaktan kaçan ne kadar kedi varsa atölyeme sığınıyor.
Acıyorum ama nereye kadar elinizi uzatabilirsiniz ki.
Biri, elimi tırmalayıp kuduz aşısı vurduran, biri yeni anne olmuş mama bekleyen, şu gördüğünüz de, atölyemi iki kere darmadağın eden, eşyalarımı kıran kedi ama buna da kıyamıyorum.
Hepsi sevgi istiyor, başı okşansın istiyor ama elimi uzatmıyorum elbette o kadar da değil.
'Merhametten maraz doğar ' dedikleri olabilir çünkü.
Ama hayvanlar o kadar şiddete uğruyor ki, herkesi aynısını yapacak sanıyorlar, bu nedenle tırmalıyorlar biliyorum.
Bu kedi, biraz deli, işte buna eminim.
En olmadık, en daracık yere nasıl sokuyor o gövdesini ve nasıl çıkıyor cidden izlemesem inanmayacağım.
O yeşil gözleriyle bakıyor bakmasına da, iyi niyetli mi tam emin değilim.
Her yere dokunup ' Benim, ben buraya aidim ' mi demek istiyor emin değilim ama buraya hükmedemez, o da bunu bilmiyor.
Uzun Adam, kendini insan yerine koyup rozeti bile takmadı.
Bugün, yemek yediği tabağa tüküren,yarın da önüne konan tabağa tükürür.
Bunları o bile gördü de, topuğu kırılmış, düztabana kalmış kadın anlamadı.
Bir de kediler nankör derler.
Kedilere sıra gelene kadar.....



14 Ağustos 2025 Perşembe

 Omurga, bedeni dik tutan sistemin adı ama bir de mecazi anlamı var elbette.

Çark eden, tükürdüğünü yalayan, el-etek öpen, çıkarı için paçasını kurtarmaya çalışanlar için de 'Omurgasız' deniyor.
İlkeli olmak, toplumdaki var oluşunuz, dik duruşunuz ve saygınlığınızın göstergesidir.
Omurgayı bir kez eğerseniz, hep eğersiniz.
İnsanın, kendisine ihanetinin adıdır bu, öncelikle.
Bu saatten sonra ne itibarınız kalır ne varlığınızın bir değeri.
Eğer bir siyasetçiyseniz ve halkın oylarıyla, yıllarca bu işten ekmek yiyorsanız, sizi seçen seçmene karşı sorumluluğunuz vardır.
Kendi çıkarınız için halkın oylarını satmaya kalkamazsınız.
Finali yaşayan bir partiye gitmeye kalkıyorsanız, bu işin ardında, sizi korkutan dosyalar var demektir.
Dürüst insan, hiçbir yolsuzluğa bulaşmamış bir siyasetçi kendisine yapılan tehditlere boyun eğer mi?
Eğiyorsa, orda duracaksınız.
CHP'li 14 belediye başkanı neden cezaevinde?
Haklarında iddianame bile hazırlanmamışken üstelik.
Çünkü; gerekçe bile bulamıyorlar.
Çünkü; dürüst yöneticiler.
'Topuklu Efe ' diye hak edilmeyen sıfatlar yükleyip, yıllar içindeki ilişkilerini görmezden gelirseniz, sonuca da şaşırmayacaksınız.
İnanılır, güvenilir olmak çok önemlidir.
Bu saatten sonra, Özlem Çerçioğlu'nun itibarı kalır mı seçmenin gözünde?
Omurga Şart!
Eğer,.dürüstseniz, işinizi iyi yapıyorsanız, neden omurganızı eğesiniz, değil mi?
Yapılacak ilk seçimde, Aydın yeniden Aydınlanacak elbette.
Ama bir seçmen olarak şunu cidden merak ediyorum;
Yüzde 29' lara düşmüş ve seçimi kaybedeceği aşikâr bir AKP' ye, bir büyükşehir belediye başkanı neden geçer?
Eğer geçiyorsa, ardında ciddi bir sıkıntı var demektir.
Böylelerinin CHP' den gitmesi temizliktir.
İlk seçimde Aydın seçmeni gerekeni yapacaktır zaten.
Hem de, daha büyük bir farkla.
Topuklu Efe de, bu utançla yaşasın.
İnsan içine çıkabilirse bu saatten sonra elbette.