28 Eylül 2025 Pazar

 Bugün Pazar.

En sevdiğim gün.❤️
Giden gider de, ya geride kalanlar....
Şarkıcı Güllü ölmüş.
Tanıdığım biri değil. Arabesk şarkı söyleyen bir sanatçı olduğunu biliyorum yalnızca.
Ölüm, çok yakın her insana.
Herhangi birinin ölüm haberini duyduğumda, hep sonrası aklıma gelir.
Yılların içinde biriken eşyaları örneğin...
Giysileri, ayakkabıları, takıları, aksesuarları, döşediği evi, fotoğrafları ne olur?
Geride kalanlara ağır bir yük aslında bunlar.
Amerikalı çok genç bir oyuncunun hayatını okumuştum.
26 yaşındaydı ve kanserdi ve ölüyordu.
Bütün kıyafetlerini dağıtmıştı.
Soruyorlar 'Neden' diye?
'Öldükten sonra anneme yük olmasın istiyorum bunların' demişti yanıtında.
Annesinin, eşyalarına dokunamayacağını, kimselere veremeyeceğini biliyordu elbette.
Çünkü bu, çok ağır bir yüktür geride kalanlara bırakılan anılar, eşyalar.
Geçtiğimiz yıl , bir fotoğraf karesini anımsıyorum.
Bir çöpün kenarına atılmış ceketler, gömlekler ve bir baston.
Belli ki, yaşlı biriydi o kıyafetlerin sahibi ve ölmüştü ve onları kullanacak biri de yoktu, yeri çöpün yanı olmuştu.
Bir kadın anlatmıştı; en yakın arkadaşı ölmüştü. Bekardı, evini toplayacak kimsesi de olmayınca arkadaşları üstlenmişti bu görevi.
'Çekmeleri açtığımda, ambalajından çıkarılmamış çatal-bıçak takımı, hiç kullanılmamış yemek takımı, paketli çarşafları ve etiketi üstünde kıyafetlerini toplamak çok acıydı' demişti.
Güllü, bir sahne sanatçısı.
Düşünsenize;
Yüzlerce kostüm, makyaj malzemeleri, parfümleri, ayakkabıları, eşyaları...
Ne olur, onca eşya, nasıl dağıtılır, kimin işine yarar?
Cidden, ne ağır bir yüktür geride kalanlara bırakılan, bir zamanlar gidenin yaşadığı eşyalar.
En iyisi, minimal bir yaşam.
En sade, en az eşyalı bir ev ve bir iki tişört ve pantolon diyeceğim ama ne mümkün?
Hangimizln , dolaplar dolusu, henüz etiketini bile çıkarmadığımız kıyafetlerimiz yok ki!
Biz gidince, kalana ağır yük biliyoruz ama almaktan da vazgeçemiyoruz işte.
Hayat...
Ne tuhaf bir döngü.
İyi Pazarlar.❤️


 

Birkaç gündür, şu şeker görseline bakıyorum, bakıyorum ve yurdum insanının eğitimi ne olursa olsun, aklı tek bir şeye odaklı; Kadın ve kadın bedeni diye okuyorum olayı.
Toplumun, ciddi bir cinsellik travması var sanırım.
Ülkemizde, üniversite açmak marifetmiş gibi, kalitesiz, niteliksiz , mezunlarının ne ne işe yaradığı belli olmayan 208 üniversite var.
Çoğu da tabela üniversitesi.
Üniversite demek, bir yerleşkesi olan, içinde birçok fakülte barındıran, bilimsel, sportif, kültürel, sosyal çalışmaların yapıldığı, etkinliklerle dolu, öğretim görevlilerinin çokluğuyla eğitim veren bir yapıdır.
Apartman katında üniversite açarsan, çıkacak sonuç da, okuduğunu anlamayan, kendi dilini bile yazmaktan aciz, bir mesleği tam anlamıyla öğrenememiş ve topluma salınmış diplomalı cahiller olur.
Üsküdar diye bir üniversite varmış İstanbul'da.
Kurucusu ve rektörü de, şu görseli atan Nevzat Tarhan.
Türk Hekim, Psikiyatrist, Nüropsikolog olarak geçiyor ünvanları.
Peki, bu görselde ne demek istemiştir bu ünlü Psikiyatr ve bilmem ne ünvanlarına sahip bu şahıs?
Mini etek ve dekolte giyen ya da, kendi ahlak normlarına göre giyinmeyen her kadın teşhircidir ve erkekleri kendine çeker ve başına gelecek her şeyden de kendi sorumludur.
'Sen de böyle giyinmeseydin yani ' diyor açıklamasında ve kadınlara saldıran, şiddet uygulayan, hatta tecavüz eden, öldüren erkekleri baştan çıkarmakla ve o suçu işlemeyi teşvik etmekle haklılık payı arıyor; şu dediğine bakar mısınız?
Bunu yapan bir Psikiyatrist ve bir dolu ünvanı var ve de bir üniversite rektörü;
İnanabiliyor musunuz?
Ülkemizde, saldırılan, tecavüz edilen, öldürülen kadınların hepsi mi dekolte giyiniyordu?
Türbanlı kadın da yaşıyor bunları.
Yani; kadın olman yeterli erkeklerin vahşetiyle tanışman için.
Bir Psikiyatrist olarak, erkek şiddetine çözüm arayacağına, kadınları suçluyor giyimlerinden dolayı.
Gel de böyle insanlarla aynı ülkede güvenle yaşa.
Şunun yönettiği üniversiteyi bitiren insanlardan ne çıkar?
Psikiyatrist hem de.
Pes!


 Markette bir çocuk ve annesi alışveriş yapıyordu.

Çocuk, eline bir gofret aldı ve ' Anne bunu alır mısın ?' dedi;
Annesi ,' Oğlum, BİM' den alırız ' dedi.
Çocuk, gofreti yeniden rafa koydu.
Dünya, çocukların yüzü suyu hürmetine dönüyor mutlaka da,
Keşke, çocuklar bir gofreti bile alamayacak mahzunluğa düşmese.
Keşke.


 Rize, Giresun Artvin ve yine Karadeniz ve yine çöken yollar köprüler, taşan dereler...

Epeydir, bir Karadeniz turu vardı aklımda.
Artvin'de yaşanan heyelan, toprağın altında kalan insanları ve araçları ve şimdi de Giresun ve Rize'deki taşan dereleri, yıkılan köprüleri görünce vazgeçtim elbette.
Yurdum insanı, yaşanan hiçbir şeyden gerekli dersi çıkarmıyor ne yazık ki.
Küresel ısınma ve yaşanan iklim değişikliğinin sonuçlarını yaşıyoruz hep birlikte.
Aşırı sıcaklar yüzünden, kurak araziler, dalları yere yapışan, meyvesiz ağaçlarla dolu her bölge.
Bunun zararını da her açıdan yaşayacağız önümüzdeki aylarda.
Gıda fiyatlarındaki anormal yükseliş alım gücünü düşürecek ve sağlıklı gıdalara erişim zorlanacak.
Birkaç yıl önce Kastamonu' da aşırı yağışlardan seller oluşmuş ve önüne ne varsa katarak götürmüştü.
Peki, nedendi?
Çünkü; ıslah edilen dere yataklarına dikilen binalar sellere karşı dayanamamıştı.
Peki, dereler ıslah edilir mi?
Doğa ile şaka olur mu?
Ataların 'Su akar yatağını bulur ' lafını nasıl bu kadar hafife alıyor bu ülke?
O su, binlerce yıldır aynı yoldan akıyorsa, yine, yeniden akacaktır.
Coşkun akan suları, beton duvarlarla daraltarak ıslah edeceğinizi sanırken, o sular taşacak ve Samsun 'da olduğu gibi, apartmanların ikinci, üçüncü katından dışarı akacaktır.
Bu kadar ahmak olunur mu?
İşte, son örnek Rize.
Derenin içine Bungalov evleri yapmak nedir?
Hiç mi akıllanmayacak bu ülke?
Ya o evler dolu olsaydı ve orda tatile giden insanlar,çol çocuk....
Düşünmek bile istemeyiz sonuçlarını değil mi?
Bu evler yapılırken, kimse görmedi mi?
Elektrik, suyu nasıl bağlandı diye sormayalım mı?
'Coğrafya Kader midir' bu durumda?
Yoksa, ahmaklığın vücut bulmuş hali midir bu durum?


 İnsanoğlu kuş misali.

Geçen hafta, tam da bu saatlerde, denizde yüzüyordum ama bugün zeytin ağaçlarının tepesinde zeytin hasadı yapıyorum.
Hasat dediysem, ağaçlarda zeytin nerdeyse hiç yok.
Azıcık vermiş zeytinleri topluyoruz yalnızca.
Tarlamız, toprağımız yok elbette.
Anneannemin bıraktığı bahçede kendimizi eğlemeye çalışıyoruz yalnızca kardeşimle.😎
Hatay'dan başlayarak, Çukurovayı da geçin, tüm Akdeniz boyunca aşırı kuraklık yüzünden zeytin ağaçları ağlıyor meyvesizlikten.
Bulduğum her yerden zeytinyağı alıyorum, arıyorum.
Ağaçlarda zeytin yok çünkü.
Cengiz Holding 'e peşkeş çekilen dağlarda zeytin ağaçları yok ediliyor.
Dilerim, o ağaçların ahı tutsun hepinizi.
Vatandaş, bu yıl zeytini rüyasında görecek, o derece yok.
Bir zeytin toplama halimiz var tam eğlenmelik.😉
Dalları zarar görmesin diye tek tek topluyoruz zeytinleri.
Küçük bir dalı kırdım diye ağladığını bilirim, o derece hassas bakıyoruz ağaçlara da; biz böyleyken onlar nasıl bu kadar vahşi oluyor cidden anlamıyorum?
Bu yıl yaşadığımız zirai don, aşırı kuraklık ve aşırı sıcaklar yüzünden ne zeytinler ne de narenciye ağaçları meyve tutmadı.
Kış aylarında 🍋, 🍊 ve zeytini alabilecek misiniz bakalım?
Bulursanız alırsınız diyeceğim ama piyasada kıt olacağı için fiyatları fahiş olacak ve çoğunluk yine alamayacak.
Hani bilin de.
Hayat, her yerde bir şekilde yaşanıyor.
Tatil güzel de, vakti geldiğinde kuş gibi uçuyoruz yaşam alanlarımıza.
Biraz daha olsaydı zaman, hiç fena olmazdı ama...
Seneye artık 😉☀️.🏖️🐟🍺





 Bugün Pazar.

En sevdiğim gün.❤️
'Görülmeyen mesaj yoktur, umursanmayan insan vardır.'
Kim söylemişse bunu, çok iyi tespit yapmış doğrusu.
J.J. Rousseau da demiş ki bir sözünde 'Her şeyden önce iyi olalım, ondan sonra mutlu oluruz.'
İyi olmak, kime göre neye göre?
Senin iyilik diye gördüğün, bir diğeri için zorunluluk olarak algınabilir.
Ya da; sen iyisindir de, ya karşındaki bunu anlamıyorsa!
İyi olunarak mutlu olunduğu kişiye özel bir durum olmalı çünkü; iyi olduğu için kendini iyi hisseden insana pek rastlamadım.
Bu toplum iyilikten değil, kötülükten, sevgisizlikten, saygısızlıktan, nezaketsizlikten beslenen, geneli değerlerini unutmuş insanlardan oluşuyor çünkü.
Sevgiden önce saygı gelir aslında.
Karşınızdaki insanı sevmek zorunda değilsiniz ama saygı duymak zorundasınız.
En çok gördüğüm, verilmiş sözler.
Kim olursanız olun, sıradan biri ya da bir kurumun en tepesindeki insan...
Verilmiş her söz, karşınızdaki insanın bağlayıcıdır ve eğer o sözü vermişseniz, mutlaka tutacaksınız.
Eğitim, önce ailede başlar.
Aileniz sizlere görgüyü, nezaketi, saygıyı, ilkeli olmayı öğretir ve bir duruş kazandırır.
İyi ya da kötü öğrenirsiniz bunu ama illa ki öğrenirsiniz.
Sonra, okul yılları başlar.
Sosyalleşme, gruplaşma, arkadaşlık, dostluk, ilgi duyulan alanlara yönelim, doğru konuşma, doğru ifade etme gibi temel birçok şeyi de okulda öğrenirsiniz.
Her ikisi doğru birleştiğinde de, artık sorumluluk alan, sözü doğru, davranışı doğru, toplumda yeri olan bir bireye dönüşürsünüz.
Seçimler yaparken de, konumunuzu sağlarken de, kendinize öğrendiklerinizdir size yol gösteren.
Söz mü verdiniz; Tutacaksınız!
Randevu mu verdiniz; Orda olacaksınız!
Yaparım mı dediniz; Yapacaksınız!
İnsan olmak bunu gerektirir çünkü.
İnsanı, hayvandan ayıran bir özellik biliyorsunuz, düşünebilme yeteneği.
Yoksa; canın istediği gibi yaşamak, istediği otlaktan beslenmek, istediği yerde uluorta sevişmek hayvansı güdüler biliyorsunuz.
Görülmeyen mesajlar, insanı umursamamanın işaretidir.
Aslında, tam olarak saygısızlıktır yapılan.
Dürüst olacaksınız!
Yani demem o ki; İyi olmak, nazik olmak, saygılı olmak bu dünyada demeyelim de, bu ülkede, hatta bu şehirde mutsuzluk nedeni.
Peki neden?
Karşınıza çıkan insanlarda ne aile ne de okulda alması gereken eğitim yoksa nasıl mutlu olunabilir ki?
İflah olmaz bir toplum bu.
İyi Pazarlar.❤️