Bugün Pazar.
En sevdiğim gün.
Giden gider de, ya geride kalanlar....
Tanıdığım biri değil. Arabesk şarkı söyleyen bir sanatçı olduğunu biliyorum yalnızca.
Ölüm, çok yakın her insana.
Herhangi birinin ölüm haberini duyduğumda, hep sonrası aklıma gelir.
Yılların içinde biriken eşyaları örneğin...
Giysileri, ayakkabıları, takıları, aksesuarları, döşediği evi, fotoğrafları ne olur?
Geride kalanlara ağır bir yük aslında bunlar.
Amerikalı çok genç bir oyuncunun hayatını okumuştum.
26 yaşındaydı ve kanserdi ve ölüyordu.
Bütün kıyafetlerini dağıtmıştı.
Soruyorlar 'Neden' diye?
'Öldükten sonra anneme yük olmasın istiyorum bunların' demişti yanıtında.
Annesinin, eşyalarına dokunamayacağını, kimselere veremeyeceğini biliyordu elbette.
Çünkü bu, çok ağır bir yüktür geride kalanlara bırakılan anılar, eşyalar.
Geçtiğimiz yıl , bir fotoğraf karesini anımsıyorum.
Bir çöpün kenarına atılmış ceketler, gömlekler ve bir baston.
Belli ki, yaşlı biriydi o kıyafetlerin sahibi ve ölmüştü ve onları kullanacak biri de yoktu, yeri çöpün yanı olmuştu.
Bir kadın anlatmıştı; en yakın arkadaşı ölmüştü. Bekardı, evini toplayacak kimsesi de olmayınca arkadaşları üstlenmişti bu görevi.
'Çekmeleri açtığımda, ambalajından çıkarılmamış çatal-bıçak takımı, hiç kullanılmamış yemek takımı, paketli çarşafları ve etiketi üstünde kıyafetlerini toplamak çok acıydı' demişti.
Güllü, bir sahne sanatçısı.
Düşünsenize;
Yüzlerce kostüm, makyaj malzemeleri, parfümleri, ayakkabıları, eşyaları...
Ne olur, onca eşya, nasıl dağıtılır, kimin işine yarar?
Cidden, ne ağır bir yüktür geride kalanlara bırakılan, bir zamanlar gidenin yaşadığı eşyalar.
En iyisi, minimal bir yaşam.
En sade, en az eşyalı bir ev ve bir iki tişört ve pantolon diyeceğim ama ne mümkün?
Hangimizln , dolaplar dolusu, henüz etiketini bile çıkarmadığımız kıyafetlerimiz yok ki!
Biz gidince, kalana ağır yük biliyoruz ama almaktan da vazgeçemiyoruz işte.
Hayat...
Ne tuhaf bir döngü.